Müzisyenlikte emeklilik yoktur
İlk kez 1955 yılında henüz 4 yaşındayken sahneye çıkan ve 90’lara damgasını vuran ünlü besteci ve aranjör Garo Mafyan sahnedeki çalışmalarına ara vermeden devam ediyor. Bugüne kadar Zeki Müren, Ajda Pekkan, Barış Manço, İlhan İrem, Zerrin Özer, Nükhet Duru, MFÖ, Leman Sam, Emel Sayın, Erol Evgin ve adları satırlara sığmayacak kadar çok ünlü sanatçı ile çalışmalar yapan ve Atilla Özdemiroğlu ile oluşturduğu İstanbul Gelişim Orkestrası ile sayısız konserler veren Garo Mafyan ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
- Bu kadar dinç olmayı sahneye mi borçlusunuz?
Müziğe ve yaşama borçluyum. Sadece müzik değil yaşam da bunun bir parçası. Yaşam derken nedir? İnsanın genetik olarak bir yapısı var. Ailesinden gördükleri var, yaşanmışlar var ve sonra da yaşadıkları ve hala yaşıyor oldukları var. Bir de hayali olarak yaşamak istedikleriniz var. Bunlarla birlikte bir de müzik olunca o sizi moda tabirle UP tutuyor, her zaman dinç tutuyor. Çalmak ve sahne bambaşka bir keyif hep söylerim ben sihirlidir. Sahneye çıkarsınız herkes size bakar. Bunun bir hoşluğu ve büyüsü var tabi. Bir de insan çalıştığı müddetçe genç kalıyor. Ben hala en geç sekizde kalkan bir adamım, kaçta yatarsam yatayım.
Akşam çalarsınız, sabah 7’de yedi buçukta kalkarsınız, başka bir şehre uçarsınız. Akşam da orada çalarsınız. Gününüz geceniz yoktur. Bir şehirden bir şehre, bir ülkeden bir ülkeye gidiş gelişler hiç bitmez. 1966-1967’lerden beri hep müzik hayatının içindeyim. Onlar da insanı dinç tutuyor. Devamlı çalışıyorsunuz. Bu beyin sağlığınızı, vücut sağlığınızı geliştiriyor. Müzik de aynı şekilde. Yaptığınız çalışma size ayrı haz veriyor. Genç kalıyorsunuz.
- Şu anda müzik sektörünün durumunu nasıl görüyorsunuz?
Maalesef, müzik bizim toplumumuzda en son gelen sorunlarından biri. Telif ve patent hakları hiç yerleşmiş değil. Elimizden gelen her türlü çabayı gösterdik, şimdikilerde gösteriyor ama hiçbir zaman gerçek hak alınmış değil. Örneğin Beatles, dünyada her dakika dinleniyor. Beatles’ın yıllık telif bedeli milyon poundlar hâlâ. Ülkemizde ekonomik koşullardan ötürü lisanslama çok zor. Lisanslama zor olunca da müzisyen olarak hakkınızı almak da çok mümkün olmuyor. Yunanistan bile 18-20 Milyon Euro para topluyor teliften. Telif ve patent hakkı insan hakkıdır. Bunu öğrensek o bile yeter. Ama çok zor.
Herkese sanatçı diyoruz. Öyle değil. Örneğin X kişiye sanatçı derseniz ben rahmetli Müşfik Kenter’e, Yıldız Kenter’e ne diyeceğim ya da gördüğünüz o tiyatronun efsanelerine ne diyeceğim? Bu işin okullarında okumuş insanlar var. Bir tiyatrocu piyano çalmadan, solfej bilmeden, diksiyon bilmeden, dans bilmeden tiyatrocu olamazdı. Konservatuvardan çıkamazdı. Şimdi böyle bir şey yok. Söylediklerim yanlış anlaşılmasın, o devir öyleydi.
Aynı şekilde müzik sektörü de öyle. Müzik sektörü deniyor, sektör değil aslında sektörden de öte, Müzik sanayileşmeden, Müzik’te sanayileşme olmadan hiçbir şey olmaz. Herkes yapımcı olursa olmaz. Hangi plak firmasının bir müzik danışmanı vardır? Dünyadaki bütün müzik firmalarının hepsinin müzik danışmanları vardır. Oturur birlikte karar verirler hangi parçanın olabileceğine veya hangi parçanın olamayacağına. Plak, müzik yapımcısıysan müzik bilginin olması lazım. Bizde böyle bir şey yok. Kim kusura bakarsa baksın. Yanlış! Biz Ayla Dikmen ile çalıştığımızda 1969 yılıydı galiba. O zaman Sarıyer’de bir müzikhol vardı. Orada çalardık. Yıllar geçti, evlendim. Ayla Dikmen eşimin akrabası çıktı. Bundan 10 sene evvel bir telefon aldım. Bir yapımcı arıyor, şive biraz değişik. “Baba, iyi günler. Siz Ayla Dikmen’in akrabasıymışsınız.” dedi. “Evet” dedim. “Bizim bir gecemiz var da, çağırsak gelir mi? Ne yapmamız lazım?” diye sordu. “Önce ölüp cennete gitmen lazım. Orada karşılaşırsın kendisiyle.” deyip espri yaptık. Kadın yaşıyor mu, yaşamıyor mu bir bak. Bunlar işin trajikomik tarafları… Bunlar yaşanmış şeyler…
Müzik yapımcılığı çok ayaklı bir çalışma. İnsanlar yurtdışında bir sanatçı, bir proje üzerine aylarca kapanıp çalışıyorlar. Bizde üç günde bir çalışma, plak çıkıyor. Bu olmaz. Ucuz etin yahnisi oluyor. Sonra hepsi batıyor.
Müzik ülkenin genel şartlarıyla da ilgili. Şimdi mesela DJ fırtınası başladı. DJ’lerin yüzde 90’ı müzik bilmiyor. Benim parçamı alıp aynı metronomda bir sürü şarkıyı devam ettirmek DJ’lik falan da değil. Bazen dinlediğim zaman yaptığım parçadan utanıyorum. Bugün artık DJ olmak için birkaç tane plug-in alıyorsunuz. Orada ritim var, her şeyi çalıyor, altına bir şey koyuyorsunuz bitiyor. Herkesin soundu birbirine benziyor çünkü aynı plug-in’i kullanıyorlar. E, müzik bu kadar ucuz bir şey değil ki…
Bu arada, DJliğe karşı değilim, asla… Ama benim parçamı kullanıyorsan telifini ödeyeceksin, çünkü müzisyen benim. Hiç kimse kusura bakmasın. Bunların hepsinin kuralları var ve bu kurallar uygulanmıyor.
- Peki, sizce müziğimiz nereye gider?
Müzik dünyanın güzel şeyi ve çok iyi parçalar var. Ama dünyada bir kurallar zinciri var ve o kurallar zincirini kolay kolay kıramazsın. Müziğin temel eğitimi ve özellikle batı müziğinde eğitim almak çok önemli. Bu işin alfabesini bilmeniz gerekir. Bilenler var, iyi gençler var. Ama bir de bilmiyorum yerinden çal diye cevap verenler var. Yeri neresi yahu? New York mu? İstanbul Mu? Tokyo mu? Kaç tane gerçekten nota bilen şarkıcımız var?
Bir de şunu söyleyeyim herkes her şeyi dinliyor. Sen yanındayken dinlemiyor ama sen yokken dinliyor. O yüzden kimse kimseye kafasındaki müziği diretmeye kalkmasın. Ben neyi seviyorsam onu dinlerim. Kimse buna engel olamaz. Ben de ona mani olamam. İlk başta ne hakkım, ne de haddim. Bir kere bunu bilmek zorunda herkes. Bunu bilmiyoruz ki… O dinlenmeyecek, bu yapılmayacak. E, yasaklayacak mısın madem? Yine de yapılacak. Senin çocuğun belki de bunları yapacak, dinleyecek. O zaman ne diyeceksin? Ama bizde en yazık olan Türk Halk Müziği. Türk Halk Müziği toprağın sesidir. Biz o müziğe gereken önemi hiçbir zaman veremedik.
- Birlikte çalıştığınız sanatçılar içinde sizi en çok etkileyenler kimler oldu?
Bana genelde soruyu şu şekilde sorarlar; Sana bugüne kadar en fazla kapris yapan kim oldu? Ben de hep cevabını şöyle veririm, “Hep kapris yapan ben oldum, onlar olmadı.” Şayet işin başındaysam o anki patron benim. İşin şekli böyle, egomdan falan asla değil. Ben her çalıştığım insandan ayrı keyif aldım. Hepsiyle çalışmaktan çok mutluyum. Hepsiyle çalıştığım için onur duyuyorum. Kimseyi birbirinden ayıramam. Çünkü hepsinin anısı var, başka başka anıları var. Ama hiç kimse çıkıp bir tek kapris yapmadı. Bunu da rahatlıkla söyleyebilirim.
Neşem Yaşar