Muhteşem bir sesin son günleri
Maria-2025-(Beş üzerinden dört-4/5)
Yönetmen. Pablo Larrain.
Oyuncular: Angelina Jolie, Pierfrancesco Favino, Alma Rohrbacher.
Maria Callas’ın yaşamının son bir haftasını anlatan “Maria” ayni zamanda büyük bir sanatçının hayalleri ve arayışları arasında kayboluşunun hikayesi. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kadın sopranosu Maria Callas’la Şili doğumlu yönetmen Pablo Larrain, 20. yüzyılı etkileyen iki kadın figür olan Jackie Kennedy (Jackie-2016) ve Lady Di (Spencer-2021) üçlemesini tamamlıyor. Senaryo Lady Di’yi anlatan Spencer’da birlikte çalıştığı Steven Knight’ın usta kaleminden gelmiş. Yönetmenin bu filmlerindeki kadın kahramanlarına hayranlık duyduğunu da belirtmem lazım.
Yıl 1977, Paris’te iki yardımcısı Ferruccio (Pierfrancesco Favino) ve Bruma (Alma Rohrbacher) ile yaşayan Maria’nın en büyük hayali tekrar sahnelere dönüp, eskinin görkemli günlerini yaşayabilmektir. Gel gör ki, sürekli kullandığı yatıştırıcı haplar, sigara ve beslenme düzensizliği bünyesini tamamen yıpratmıştır. Artık eski sesinin performansına ulaşabilmesi mümkün değildir. Bunu içten içe kabullense bile çaresizce çabalamaya devam eder. Besteci piyanist Jeffrey Tate ile boş bir opera salonunda yaptığı çalışmalar beklentilerinin uzağında performansla sonuçlanmaktadır.
ZİHİNDE DÖNÜP DURAN GEÇMİŞ
Uşağı ve yaşamının destekçisi Ferruccio tüm iyi niyetli çabasına rağmen düzensiz kullandığı ilaçlara bir çözüm getiremez. Maria geçmişin anıları içinde sürekli hayaller kurup içindeki Diva’yı tekrar yaşamak istemektedir. Kaydettiği plakları gün boyu dinler, sesinin güzelliğini özlemle yad eder, hayalinde yaşattığı bir röportaj ekibiyle gün boyu söyleşiler yapar, Paris sokaklarında dolaşırken meydanlar, merdivenler hayallerindeki opera sahnesine dönüşür. Kullandığı yatıştırıcı hapla aynı adı verdiği Mandrax (Kodi Smith Mc-Phee) adlı hayali genç sinemacı ve kameramanına geçmişini, hayat hakkındaki düşüncelerini anlatır. Gerçekleri karşısında ise kayıtsızdır, evine gelen kendisine hayran doktorun hiçbir önerisini dikkate almaz.
Senaryo bizleri Callas’ın zihninden canlandırdığı bir dünyaya götürüyor. Sahte arşiv görüntüler (çizik ve grenli video çekimleri) onun Metropolitan, La Scala, Covent Garden gibi görkemli mekanlarda verdiği konserleri izletiyor. Puccini, Verdi, Bellini gibi bestecilerin klasik eserlerinin görkemini yaşatıyor. Gerçekte Callas üzerine sahne çekimleri fazla yapılmamış. O dönem opera kaydı rağbette hiç olmamış.
Angelina Jolie rolüne hazırlanırken 7 ay boyu şan ve opera dersleri almış. Sahne duruşu, nefes üzerine iki ay prova yapmış. Ardından filmde söylediği 6 şarkıyı 5 boyu çalışmış ve söylemiş. Hiçbir yazılım ve yapay zeka kullanmadan sesler sonunda mikslenmiş.
Callas kariyerinde opera performanslarını ileri seviyeye taşıyan bir sanatçı oldu. Mükemmel olmak istiyordu hem sahnede, hem de plak kayıtlarında. Sahneye her çıkışında kendisini tüketiyordu.
Kayıt ve canlı performansı arasındaki farkı plağını çalan kahve şefine itiraz eden şu sözlerinde duyarız:
“Kendi plaklarımı asla dinlemem çünkü onlar mükemmeldir. Bir şarkı asla mükemmel olamamalıdır.”
Mükemmellik fikri onu bitiriyordu. Yaptığı şeyde tekrarlanamayan bir şey vardı. Bu yüzden aynı operanın birden fazla kaydını yapmıştı.
ONASSIS OLARAK HALUK BİLGİNER
Bir dönem ilişki yaşadığı Onassis’te karşımıza gelen Haluk Bilginer kendi dokunuşlarını yaptığı bir karakter sunuyor. Callas’ı uçarı, abartılı, hayran davranışlarıyla etkiliyor. Esasında onu koleksiyonundaki bir sanat eseri gibi görüyor demek daha doğru olur. Onunla ilişki yaşarken Jackie Kennedy ile evlenmesi Callas’ın kalbini fena halde kırıyor. Onassis’le birlikteliği, gençliğinden travmatik anıları siyah beyaz karelerle karşımıza geliyor.
Larrain kadın karakterlerinin biyografilerinde, onların sıkıntılı dönemlerinden yola çıkarak hikayelerini anlatmayı seven bir yönetmen. Jackie ve Lady Di’de (Spencer) onların geçmişte yaşadıkları sade ve sessiz günlere özlem duymalarını izlemiştik. Bu kez Callas’ın görkemli, şatafatlı günlerine duyduğu özlemi anlatıyor. Hayallerinde yaşattığı röportaj ekibini ete kemiğe büründürüyor. “Neruda” filminde de takipçi hayali bir detektif yaratarak kahramanının paranoyalarını canlandırmıştı. Larrain hayallerle oynamasını bilen bir yönetmen.
Film bütünüyle kasvetli ve melankolik bir havada akıyor. Paris sokaklarından yansıyan sepya renkler, kalın çerçeveli gözlükler ardına sığınan Callas’ın içsel sıkıntılarına eşlik ediyor. Bu içsel sıkışıklık, çıkmazlar Jolie’nin dengeli oyunculuğuyla seyirciye geçiyor. Birçok sanatçının düşüş döneminde yaşadığı alkış eksikliği, şöhret kaybı kaygısını derinden hissettiren bir filme dönüşüyor. Callas’ın “restoranlara yemek yemeye gitmem, ilgiyi hissetmeye giderim” sözleri de bu ruh durumunun aynası adeta…
Filmin gülümseten tek kimliği uşak Ferruccio oluyor. Düşündükleri ve hareketleri arasındaki çelişki ölçülü bir hicivle o kadar güzel yansıyor ki. Favino ve Alba Rochrbacher sadık yardımcıları harika oynamışlar.
Filmi çok sevdim mi? Çok değil. Sanki karakterin içine girmemizi, onu anlamamızı zorlayan bir havası var. Her şeyden önce bir sanatçının son günlerini izlediğimizi unutmadan izlemek gerekiyor. Larrain’in kadın biyografilerinden “Spencer” en beğendiğim olarak kalacak gibi…
Callas üzerine yapılmış belgesel var: 2017 tarihli Tom Volf’un “Maria by Callas”. Röportajları ve gerçek kimliği çok daha iyi anlaşılıyor.
Emin Yeğinboy