Unutulmaz diyerek uğurladık ama unuttuk
Berkant Akgürgen, babası Hasan Akgürgen’in köy enstitülerindeki görevi nedeniyle Ankara’nın Hasanoğlan köyünde 31 Aralık 1938 tarihinde dünyaya geldi. 1945 yılında ilkokula Hasanoğlan Köy
Enstitüsü’nde başlayan Berkant, babasının tayini çıkınca eğitimine önce Bilecik sonra da Denizli’de devam etti…
Ortaöğrenim yıllarında mızıka ile edindiği müzik tutkusunu, piyano çalmaya başlayarak sürdüren Berkant, 1956 yılında yatılı olarak okuduğu Denizli Lisesi’nden mezun oldu…Diyerek özetleyebileceğimiz sanatçımızın
doğduğu kerpiç köy evinde başlayan yaşam yolculuğunun müzik katmanının
ilk sayfalarına bir soru ile göz atalım…
Berkant, ortaokuldayken piyano çalmayı nereden biliyordu ?..
Yetmiş sene evvel, ilkokuldayken, memleketin yüzde doksanında radyo bile yokken, mızıka ve akordeon çalmayı kimden öğrenmişti ? Henüz 14 yaşındayken, Frank Sinatra, Dean Martin, Nat King Cole şarkılarından
oluşan repertuvara nasıl sahip olabilmişti ?
Dedim ya, 1938’de köyde dünyaya gelen çocuk.. On sekiz yaşındayken orkestra kurmayı, Saksafon çalmayı, hangi vizyonla akıl etmişti ?..
Çünkü..
Babası Hasan Akgürgen’in Köy Enstitüleri’ndeki görevi nedeniyle Ankara’nın Hasanoğlan Köyü’nde dünyaya gelmiş, ilkokula Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde başlamış, babasının tayini gereği, Bilecik’e, Denizli’ye
gitmiş ama, ailesi tarafından hep “köy enstitüsü ruhu”yla büyütülmüştü..
Berkant’ın temel eğitimini aldığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde tarih derslerini Ordinaryüs Profesör Enver Ziya Karal, Zooteknik derslerini Profesör Selahattin Batu, Ekonomi derslerini Profesör Muhlis Ete,
Kültür-edebiyat derslerini Sabahattin Eyüboğlu,Ziraat derslerini Profesör Kazım Köylü,Coğrafya derslerini Profesör Ferruh Sanır veriyordu.
Peki, ya müzik derslerini ?..
Âşık Veysel ve Ruhi Su !..
Ankara Konservatuvarı’nın saygın ustaları klasik müzik öğretiyordu.
1945 senesinde, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün enstrüman demirbaşı
şöyleydi : 259 mandolin, 55 keman, 37 bağlama, 8 akordeon, 3 piyano, 3 davul, 1
metronom ve 1 pikap..
Harika çocuklar Suna Kan ve İdil Biret, enstitüye misafir getiriliyor, köy çocuklarını teşvik için yaşıtlarından keman ve piyano dinletiliyordu. Âşık Veysel ve Ruhi Su ise saz çalmasını öğretiyordu.
Âşık Veysel, enstitü bahçesine kiraz fidanı dikmiş, seneler sonra ziyaret edip kollarını açarak kiraz ağacına sarılmış, nasıl boy verdiğini hissetmişti..
Resim yapıyorlar, voleybol oynuyorlardı.. Sinema salonu vardı, tiyatro
salonu vardı..
Bedri Rahmi Eyüboğlu bir hatırasını şöyle anlatmıştı :
“Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gitmiştik. Okulun hayvanlarını barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşmüş, elinde kitap vardı, dalmıştı. Shakespeare okuyordu. Okuduğunu nasıl kavradığını, ertesi
gün oynadıkları piyeste gördük..”
Mozart, Vivaldi, Beethoven dinliyorlar, Gorki, Tolstoy, Zola okuyorlardı. Molieré’in “Kibarlık Budalası”nı, Sofokles’in “Kral Oedipus”unu, Gogol’un “Müfettiş”ini sahneliyorlardı.
Mesela, bir mezuniyet töreni programı sırasıyla şöyleydi :
İstiklal Marşı, bağlama konseri, türküler, mandolin konseri, şiirler,
keman konseri, piyano konseri, koro, Anton Çehov’un “Bir Evlenme
Teklifi”, diploma takdimi ve topluca oynanan zeybek…
Tüm zamanların gelmiş geçmiş en şöhretli şarkısı “Samanyolu”nu ölümsüzleştiren, dededen toruna nesiller boyu adeta marş gibi ezberleten Berkant, işte bu “ruh”un Türkiye’ye armağanıydı..
İşin ilginç tarafı, romantizm tarihimizin en önemli şarkısının adı
“Samanyolu” ama, şarkının içinde tek kelime “Samanyolu” geçmiyor..
Tıpkı, eğitim-öğretim tarihimizin en önemli parçası Köy Enstitüleri’nin günümüzün eğitim sisteminde adının geçmemesi gibi..
Ayhun Alpagut