Sanata evet !
Çok uzun süredir benim de takip ettiğim “Sanata Evet” hareketi toplumda giderek daha da yaygınlaşmaya başladı. Usta oyuncu Tamer Levent’in “Savaşa hayır diyorsak neye evet demeliyiz?” sorusuyla başlayan “Sanata Evet” hareketini ünlü oyuncunun kendisine sorduk;
Tamer Levent’in sanat tanımı nedir?
Tamer Levent’in sanat tanımı aslında birçok düşüncenin bileşeninden oluşuyor. Bunlar birbirini tamamlayan bileşenler.
Biz, sanatı bir yaşama biçimini şekillendirmek ve bu şekillendirmede iyiyi, güzeli ve doğruyu anlamamış bir toplumuz. Eğer bunu anlayıp bunu bir yaşam düşüncesi haline getirebilseydik, o zaman algımız kolay kolay yönetilemezdi. Kendi içimizde kolay kolay bölünmezdik ve birbirimizle olan ilişkilerimiz ve iletişimlerimiz çok daha güçlü ve köklü olurdu. Toplumda üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarında yer alan ülkemizi kalkındırmak düşüncesi olur ve bu düşüncede birleşirdik. Atatürk’ün söylediği “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuştur.” cümlesi esasında böyle bir düşünceyi gerçekleştirecek olan hayat damarının kopmuş olduğunu simgeliyor. Ben bu farkındalığı kazanacak bir toplumun -ki sanat aynı zamanda farkındalık demektir- kalkınmasının ve gelişmesinin engellenemeyeceğini düşünüyorum. Tıpkı Finlandiya, “Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde” olduğu gibi.
Dolayısıyla Tamer Levent’in tanımıyla sanat insan beyninin düşünce geliştirmesi ve gelişen bu düşüncenin deneyimlenmesi, deneyimlerken bilgi edinmesi, edindiği bilginin daha da geliştirilmek üzere gelecek kuşaklara teslim edilmesi demek.
“Sanata Evet “sloganı sizde nasıl oluştu?
Ben, sanatı anlamaya başlayınca ve bunu çeşitli kültürlerde test edip doğruladığımda, Latince kavramlarını ve Farsça kavramlarını incelediğimde müthiş bir deryayı keşfettiğimi fark ettim. Ve bugüne kadar gerçekleşen hiçbir savaşın kendiliğinden olmadığını, hep manipülasyonlarla gerçekleştiğini zaten anlamış olduğum bir yaş içerisindeydim, delikanlı çağımda…Dolayısıyla “Savaşlara Hayır” diyorduk, özellikle Ortadoğu’da bir savaş vardı. Hatırlarsan, bir karabatak petrole batmış ve petrole bürünmüş halde dünya gazetelerinde ve ekranlarda da yer almıştı (sonradan o fotoğrafın başka yerde olduğu söylendi ama neticede, nerede olursa olsun), o fotoğraf bütün insanlığa acı verdi. “Savaşa Hayır” diyorsak hayatta neye evet diyebilirdik? İşte, insan yaşamının tüm gelişmelerini kapsayan, bu iletişimi de kuran anlayışı temsil eden kelimeye yani “Sanata Evet” diyebilirdik. Bunu Ortadoğu’da o savaş yaşanırken söylemeye başlamıştım. Bunun üzerine konuşmalar yapmıştım.
12 Eylül’den önce yedek subay oldum. Askerden terhis olup Ankara’ya geri döndüğümde Ankara’nın sokaklarında askerler dolaşıyor, geceleri sıkı yönetim ilan ediliyordu. Ankara bomboştu. Bütün sivil toplum kuruluşları kapatılmıştı. Biz de Devlet Tiyatroları, Opera ve Balesi Vakfı (TOBAV) isimli vakfı kurduk. Ve vakfın basılan antetli kağıtlarının altına vakfın hedefi olarak “Sanata Evet” yazdık. O tarihten itibaren “Sanata Evet Felsefesi” toplumda yaygınlaşmaya başladı. Ve biz yine 12 Eylül’ün o sıkı yönetiminin şartlarının içerisinde, şartları zorlayarak Ankara’da “Çocuk ve Gençlik Tiyatroları” festivalleri düzenledik.
Dünyada sanat yönetimi ve işletmeciliği diye bir kavram var, Devlet tiyatrolarının sanat yönetimi ve işletmeciliğinin bu kavram adı altında yapılmasına yönelik için çalıştay yaptık. Çalıştayda devlet tiyatrosunun genel müdürlerinin seçimle göreve gelmesini, fikri mülkiyet hakkının içeriğinin bu devlet ödenekli kurumun yönetiliş biçiminin içeriğini anlamını da oluşturmasını gerektiğini de konuştuk .Bu uzun bir zaman dilimi ama ben size anlatırken hızla geçiyorum. Daha sonra bu seçimin yapılması söz konusu olduğunda bu seçime girmek durumunda kaldım. Seçimi kazandım ve devlet tiyatrolarına Genel Müdür oldum. Fakat bir süre sonra 5 Nisan ekonomik kararları ortaya çıktı. Bu kararlar devlet tiyatrosunun kapatılmasını ve çalışanların paralarını bankamatikten çekmelerini ve bu kararlar ortadan kalkıncaya kadar kurumun çalışmaması gerektiğini söylüyordu. Ben de bu konuda bir itiraz dilekçesi yazıp Kültür Bakanlığına ve Başbakanlığa giderek, bir toplumun zor dönemlerinde sanat kavramının yaygınlaşmasını sağlayacak olan tiyatronun-tiyatro burada bir araç- bu aracın kapatılmasının doğru olmayacağını aksine daha çok sanat kavramının yani toplumsal iletişimin ve dayanışmanın sağlanacağı bu tür faaliyetler yapılmasının gerekliliğini savundum. Üstelik Nisan ayında bütçemizi de harcamış ve bitirmiş olduğumuz için Nisan ayında, gişelerimizin açık olması ve izleyicilerimizin bize gelmesi halinde biz devlet bütçesini tüketmek değil aksine devlet bütçesine katkıda bulunacak bir yapıyı gerçekleştirebileceğimizi izah ettim ve tasarruf tedbirlerinden muaf olduk biz. Ondan sonra da Devlet Tiyatrosu bünyesinde “Bize okumuş olduğunuz birer gazeteyi getirin, Sanata Evet deyin” diye bir kampanya başlattık. 25-30 gün içerisinde devlet tiyatrosunda 160 ton gazete toplandı. Tüm Türkiye bu kampanyayı anladı ve çok iyi sahiplendi. Okullar kamyonlarla bize gazete gönderdi. Dolayısıyla bu kültürle bizim sadece tiyatro yapmayı, resim heykel yapmayı değil, esasında bir yaşama biçimini kastettiğimizi anlaşılmaya başlamıştı.
“Sanata Evet” sloganı ile çıktığınız yolda “Sanata Evet” bir harekete dönüştü. “Sanata Evet” nedir?
Toplum değindiğim konuları benimsedi. Özellikle Anadolu’daki kitapçılardan isimlerini “Sanata Evet Kitapçısı” olarak değiştirenler oldu. Yine Anadolu’da yapılan düğünlerde insanlar şeker dağıtmak yerine artık üzerinde “Sanata Evet” yazan kalemler dağıtmaya, üzerinde “Sanata Evet” yazan tişörtler dağıtmaya başladılar. “Sanata Evet” esasında bizim bir hareket haline dönüşmesini planlamadığımız ama kendiliğinden hareket haline dönüşen bir durum oluşturdu . Bu hareket Türkiye’de sanat kavramının yeniden anlaşılması ve tartışılması konusunda hâlâ ısrarla bir araştırma konusu haline gelmeyi bekliyor. “Sanata Evet”i araştırma konusu haline getirenler ve “Sanata Evet”in farkına varmayanlar var. Ama farkına varmayanların çelişkiye düştüğü anlarda araştırma konusunu geliştirmiş olanlar devreye giriyor ve kavramı açıklamaya başlıyorlar. Bu da önemli bir gelişmenin umudunu yaratıyor.
“Sanata Evet” nedir? “Sanata Evet” yaşamda insanın iyi olmasını istediği gelişmiş olmasını istediği tüm düşünce, birikim, bilim yaşamla ilgili veriler, deneyimlerin ve kültürlerin bir araya gelmesi sentezinden oluşan bir anlayışın genel bakış açısı haline gelmesidir.
Tamer Levent’in sanatçı tanımı nedir?
Kişinin sanatsal gelişimi kendisini fark etmesiyle başlar. İnsanın önce kendisindeki, kendisinde fark edilmesini istediği “sanatçı kimliği”nin neden bastırıldığını fark etmesi, onu yeniden geliştirmek için ne tür bilgilere ulaşması gerektiği, o bilgilerle kendi beynini yeniden nasıl harekete geçirebileceği ve nasıl bir düşünme biçimi geliştirebileceğini keşfetmesi sonra da bu bilgilerle ve bu deneyimlerle kendini bir yolculuğa çıkmış gibi hissetmesi ve bu yolculukta karşılaştığı her şeyden esasında sanat kavramına ilişkin düşünceler geliştirmeye başlaması, başına gelen olumsuz şeylerin bile yaşamın içerisinde olabileceğini, olumsuzlukların neden kendisini bulduğunu değil de bunlardan neler öğrenebileceğini düşünmesi kişinin sanatsal kimliğinin gelişmesini sağlar.
Sanatçı bir meslek adı değildir. Sanatçı incelikle düşünebilen, karşısındakini anlayan, karşısındakine kendisini anlatabilen -çağımızda artık bu demek- kendisini yenileyebilen, kendisinin hatalı yönlerini görüp düzeltebilen, bu hatalı yönlerinden ötürü kendisine ceza veren değil de bunların bile farkında olmaktan mutluluk duyup bunları değiştirebilme gücünü ve iyi niyetini kendisinde bulabilen kişidir.
Uluslararası platformlarda veya tüm dünyada genç oyuncularımızın şansı var mı? Uluslararası oyuncu olmak neye bağlı? Eğitim, Bağlantılar veya Şans…? Şans faktörüne inanıyor musunuz?
Uluslararası platformlarda oyuncularımızın şanslı olabilmesi için artık bu salt duyguyla oyunculuk yapma döneminin geçtiğinin farkına varmaları lazım. Uluslararası oyuncu, artık uluslararası standartta bir analitik düşünce ve bu düşünceden yola çıkarak yaratıcılık oluşturma bulma gibi meziyetler geliştirmelidir. Oyunculuk sadece ezber yapmaktan ibaret değildir. Yaptığı ezberi çok iyi anlamak karşısındaki -bir de ezber yapan oyuncu karşısındakini oyuncuyu dinlemez. Onun son lafının gelmesini bekler ve ondan sonra makine gibi ezberine başlar. Halbuki dinlediğiniz zaman karşınızdaki oyuncuyu, cümle cümle, satır satır, kelime kelime dinlediğiniz zaman, ona göre siz de beyninizde iç aksiyonunuzu tamamlar ve konuşmaya başladığınızda o anladığınız konuya cevap verdiğinizi ifade etmiş olursunuz. Aksi takdirde karşınızdakini dinlemezseniz, konuşmanız tamamen ezberden ibaret kalabilir ve yapay olur. Duygusal oyunculuk diye bir şey zaten hiç kalmadı. Duygusallık oyuncunun yanlış yapmasına bile neden olabiliyor artık. Uluslararası alanda oyunculuk bu benim dediğim şekilde gerçekleşiyor. Bizim ülkemizde de böyle gerçekleşmesi lazım. Ama maalesef oyunculuk mesleğinin henüz bizim ülkemizde bir tanımı yok. Özlük hakları yok. Meslek tanımları olmayan meslekler kültürel olarak kimliğini bulamazlar. Bu nedenle de ülkemizde oyunculuk hala uluslararası alanda gelişmiş kimliğine ulaşamadı ama buna rağmen bizim insanımızın yetenekliliği, bastırılmış kimliği bunu örtbas ediyor ve o azimle iyi oyuncularımız oluşuyor. Fakat bu lojik ve kalıcı bir şey değildir. Her an deformasyona uğrayabilir.
Tamer Levent’e göre iyi oyuncu tanımı nedir?
Bana göre iyi bir oyuncunun, oyunculuğu sanat olarak yapma özeniyle çalışması, rol karakterini incelemesi, rolün dramatik yapısını, iç dramatik aksiyonunu, dış dramatik aksiyonu, durum içindeki karakterin davranışlarını, karakterin yaşamda kimlere benzediğini düşünmesi, o durumun analizini yapmasını, karakterin yani temsil ettiği kişinin davranış özelliklerini de oluşturarak onu canlandırarak izleyenlerde empati kurmayı becerebilmesi gerekir. Tamer Levent’e göre sanat yolculuğuna çıkılmış bir oyunculuk böyle olmalıdır. Oyunculuğu sanat yolculuğu içerisinde gerçekleştirmek gerekir çünkü.
Mesleğinizin başında etkilendiğiniz, izlemekten keyif aldığınız oyuncular kimlerdi? Kimler size esin kaynağı oldu?
Oyunculuğumda dikkatle izlediğim yerli oyuncular arasında başta Rahmetli Cüneyt Gökçer Hoca gelir. Onun sahne hakimiyeti, sesini kullanışı, mimiklerini ve jestlerini kullanışı gayet etkili gelirdi.
Fakat belli bir süre sonra daha yeni daha farklı arayışlar içerisinde de oluyor insan. Bu anlamda uluslararası alana da bakmak istiyor. Mesela Laurence Olivier’in “Othello” oynuyorsa, Othello kimliğine bürünmek için hem fiziksel hem de davranışsal olarak çalışma yaptığını okumuştum. Çok hoşuma gitmişti. Yine Peter O’Toole vardı mesela, çok iyi bir oyuncuydu. Onun “Tek Kişilik Ordu” diye bir filmini izlemiştim. Onunla, kendi kafamdaki oyunculukla ilgili bağ kurmuştum. Tabii onun dışında, dünyada oyunculuk akımlarının gelişmesine neden olan eğitim tarzlarını da incelediğim için, bu eğitimleri almış oyuncuların nasıl diğerlerinden farklı oyuncular olduklarını da kendi çalışmalarımla muhakeme etmiş, bu muhakeme yolculuğunda ilerleme kaydetmeye çalışmış, sürekli araştırma ve bilgiye ulaşma çabaları içerisinde olmuştum. Bunların artık benim bünyemde bir oturmuşluk sağladığını düşünüyorum ama bunlar benim için bir zahmet olmadı. Çünkü benim içim mesleğimi iyi yapmak bir hobi gibiydi. Bu araştırmaları yapmak da bu hobinin bir parçasıydı. Ama onları mesleğimi severek yapmanın getirdiği sevgi ve coşkuyla yaptığım için hiç birisi bana yapay gelmedi üstelik onları çok benimsedim, özümsedim. Onları hepsi benim gündelik yaşantımdaki kimliğimde de iyi güzel ve doğruyu aramama katkıda bulundu.
Bu dediklerim doğrultusunda eğitim verilme sistemleri kurulabilse ve insanların bu eğitim sistemleri içerisinde eğitilebilmeleri sağlansa belki şans faktörü çok etkili olmayabilir ama daha çok duyguya dayalı bir eğitim yapıldığı için, duygunun da ne olduğu çok anlaşılmadığı için, insanlar kendi gelişmelerini tamamlamakta zorluk çekebiliyorlar. Şanssızlık da zaten o zaman büsbütün devreye girebiliyor. İnsan, kendisinde anlatamadığı ve ifade etmediği bir yetenek ve sevgi olduğunu hissetmesine rağmen istediği düzeyde bir gelişme gösterememiş oluyor.
Oyunculuk yolunda ilerlemek isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Oyunculuk yolunda ilerlemek isteyen gençlere öncelikle drama eğitimi almalarını tavsiye ederim. Drama eğitiminde kişi, durum analizi yapmak ve o durumu oluşturan aktörlerden birisi olarak nasıl doğaçlama yoluyla rolü inceleyebileceğini öğrenir. Daha sonra rolü sosyoloji, psikoloji ve gündelik yaşamın verileriyle karşılaştırarak nasıl yorumlayabileceğini öğrenmeye çalışabilir. Öğrencilik için gittiği tiyatro okulunda da kendisine verilen rol oynama ödevlerini de kendi yeteneği olarak, esasında bu düşünce ile gerçekleştirirse okulda başarılı olur. Okulda başarılı olması onun başarılı bir mezuniyet vermesi ve piyasaya çıkarken de o başarısının talep edilmesini sağlar. Çünkü yaşam tıpkı Hipokrat’ın dediği gibi “Sanat uzun, hayat kısa” şeklinde devam ediyor. Yaşamlar, hayatlar bitiyor ama sanat hep bu hayatlardan etkilenerek devam ediyor. O halde sahnelerin de sinemaların da ekranların da yeni oyunculara ve başarılı oyunculara, yaşama ışık tutacak düşünen insanlara ihtiyacı var.
Neşem Yaşar




