Aslan Asker Şvayk köpek katliamına karşı

Yıllar evvel iki arkadaşımla Prag’a gittik. Hitler’in bombalamaya kıyamadığı rivayet edilen harika şehirde birkaç gün geçirdik.

Ucuz tur paketlerinin standart menüsünde yer alan “Kafka’nın Evi’ni” de ziyaret ettik.

Tur rehberine “Haşek’in evine de gidecek miyiz?” diye sordum. “O kim?” diye bön bön yüzüme baktı. “Aslan Asker Şvayk’ın yazarı” dedim. “İlk defa duydum” dedi.

Zaten o bu cümleyi kurmadan evvel, Gamze, Ayşegül ve ben kafileden ayrı takılma kararımızı çoktan vermiştik.

Ertesi gün Prag kazan biz kepçe, şehrin altını üstüne getirdik. Bir taraftan sokak aralarında kayboluyor, diğer taraftan Yaroslav Haşek’in evini soruyorduk. Kimse bilmiyordu. Belki de yanlış telaffuz ediyorduk. Çok mümkün.

Her iki yazar da aynı yıl, 1883’te doğmuştu. Ölümleri de yakındı. Kafka 41’e, Haşek 40’ına az kala ölmüştü.

(Bu arada yazarken fark ettim. Kafka 100 yıl önce 3 Haziran’da bu dünyadan ayrılmış. Ne acayip bir ay şu haziran. Tanrı, altıncı ayın ilk haftası büyük yazarları yanına çağırıyor galiba. Kafka, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmet Arif.)

Neyse… Haşek’in evini bulamadık ama Şvayk’ın izini bulduk. Birçok yerde bizim aslan askerin kuklaları satılıyordu. Romanı resimleyen Yosef Lada’nın çizimlerinden ve 1950’lerde yapılan stop-motion animasyon filminden hareketle imal edilmişlerdi.

Sonuçta Prag’da Kafka, Haşek’e galebe çalıyordu.

Aslında Kafka’yı bize kazandıran arkadaşı Max Brod, Haşek’in büyüklüğünü keşfedenlerden biriydi. (Malum, Brod, öldükten sonra yazdıklarını yakmasını isteyen arkadaşının vasiyetini yerine getirmedi, Kafka’yı bize kazandırdı.)

2006’da Aslan Asker Şvayk’ın tam metnini Türkçeye çeviren Celal Üster’in yazdığı önsözden alıntılayalım:

Haşek’in Aslan Asker Şvayk romanının büyüklüğünü ilk ortaya koyanlardan biri, Franz Kafka’nın dehasını keşfetmiş olan Max Brod’dur. “Haşek büyük bir humour ustasıydı,” der Brod.. “İleride belki de Cervantes ve Rabelais’yle aynı düzeyde tutulacaktır…”

Celal Üster, kitabın çeviri serüvenini anlatırken çok hoş başka bilgiler paylaşıyor. Üster, Şvayk’la ilk kez 1963 yılında Asaf Çiyiltepe’nin kurduğu Arena Tiyatrosu’nda karşılaşmış. Fransız yazar Charles Apotheloz’un oyunlaştırdığı eseri, dilimize Selâhattin Hilav çevirmiş. Hilâv, “İyi Asker Şvayk”ı “Aslan Asker Şvayk” yapmış. O günden sonra da kimse bu sıfata dokunmamış. Üster de bu “geleneğe” sadık kalmış.

Bir zamanlar ülkemizde çok sevilen Şvayk’ı herkesin bildiğini varsayarak yazdım ama belki bir iki cümle daha kurup, sonra bu yazıyı niye yazdığımı söylemeliyim.

Şvayk Prag’da yaşayan çok ama çok ilginç bir adamdır. Haşek kısmen kendi hayatından, kısmen tanık olduğu hadiselerden hareketle bu ölümsüz karakteri yaratmıştır.

Roman, 1914 Haziran’ında Arşidük Ferdinand ve eşi Sophie’nin Saraybosna’da uğradığı suikastle başlar.

Birinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen suikast, milyonlarca insanın hayatını değiştirdiği gibi, Prag’da yaşayan Şvayk’ın hayatını da değiştirir. Önce suikastle ilgisi var diye tutuklanır, sonra akli melekeleri yerinde mi diye akıl hastanesine gönderilir. Aslında daha önce, ordudan “ahmak” olduğu gerekçesi ile kovulmuştur. Ama bir sonraki muayenede doktorlar, onun “ahmak değil, düzenbaz olduğuna” karar verirler.

Bu çelişki roman boyunca devam eder. Sadece doktorlar, polisler, subaylar değil, okur da roman boyunca “bu adam ahmak mı yoksa bizi kafaya mı alıyor” duygusundan kurtulamaz. Celal Üster onda biraz Şancho Panzalık biraz Keloğlanlık bulur…

En nihayetinde Şvayk yeniden askere alınır. Maceraları cephede de devam eder. Okur her sayfada birbirinden acayip diyaloglara ve hadiselere tanık olur.

Şvayk’ı dört ciltlik bir roman olarak tasarlayan Haşek ne yazık ki bunu başaramadan hayatını kaybeder. Dördüncü bölüm yarım kalır. Ama savaş karşıtı edebiyatın ve kara mizahın başyapıtlarından biri olarak tarihe geçer.

Peki başlıkla Şvayk’ın ne alakası var?

Bildiğiniz üzere “Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” mecliste komisyondan geçti ve mecliste tartışılıyor. Teklife dair tartışmaları özetlemeye gerek yok. Büyük bir katliama kapı aralandığının da farkındayız.

Ama bir de kanuna evet diyenler var. Ve sosyal medyada hayli aktifler. Ne diyorlar diye merak ettim. Şunu fark ettim. Çoğu derin bir sevgisizlik içinde. Konu sokak hayvanı filan değil aslında, konu bu insanların içinde sönmeyen derin nefret. Kendilerine benzemeyen her şeyden nefret ediyorlar. Yasa teklifine karşı çıkanlar için “İtperest” diye bir sıfat bulmuşlar ve iştahla kullanıyorlar.

O sıfatı görünce beni etkileyen hayvan, özellikle “itperest” köpek hikâyelerini hatırladım. Çok var tabii. Aklıma ilk gelen Jack London’ın Beyaz Diş’i oldu. Sonra Sezgin Kaymaz’ın harika Lucky ve Farfara’sı. Bir köpeğe duyulan sevgi bu kadar mı güzel anlatılır, Ya Rabbi!

Sonra aklım birden Şvayk’a kaydı. Romanı okuyanlar onun bir köpek satıcısı olduğunu hatırlayacaktır. Özellikle sokak köpeklerini cins köpek diye pazarlamakta üstüne yoktur. (Tan Oral üstadımız “şehir hayvanı” diyelim diyor ama kitapta sokak köpeği geçtiği için öyle kullanacağım.)

Bu konuda o kadar başarılıdır ki, kendisini illegal bir anarşist örgütün üyesi zanneden Polis teşkilatına bile bir sürü köpek satar.

Haşek hadiseyi şöyle anlatır:

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldıktan sonra polis arşivini inceleyenler, örtülü ödenek sayfalarındaki “B… kırk kron, F… elli  kron, L… seksen kron” gibi şifreli açıklamaları çözebildiler mi bilmiyorum. Ama eğer B,F ve L’nin Çek ulusunu kırk, elli ve seksen krona Avusturya- Macaristan polisine satan birtakım hainlerin adlarının başharfleri sandılarsa büyük bir yanılgıya düştüklerini belirtmek zorundayım. Çünkü “B” St. Bernard, “F” Foksteriye, “L” de Leonberger anlamına geliyordu.

Şvayk’ın Senbernar diye sattığı, kıvırcık tüylü bir fino ile sıradan bir sokak köpeğinin kırmasıydı; kulakları sosis denen kısa bacaklı, bodur Alman köpeklerini kulaklarına benzeyen Foksteriye bir çoban köpeği iriliğindeydi, çarpık bacaklarına bakılırsa raşitikti üstelik…

Şvayk’ın “köpek ticareti” roman boyunca devam eder. Cephede de işini yapar. Haşek bunu öyle leziz öyle naif anlatır ki, canlı hayvan ticaretine karşı olan insanlar- ki ben de onlardan biriyim- bile tebessümle okur. Aslında onunki ticaret değil, bir tür sahiplendirmedir. Geçim kaynağı hayvanlara karşı kendince bir şefkati vardır.

Celal Üster, romanın sonuna yazdığı notta şöyle bir şey söylüyor:

Peki henüz kırk yaşındayken bu dünyadan göçen Haşek, romanını bitirebilseydi, Şvayk savaştan sağ çıkacak mıydı? Prag’a dönüp yeniden köpek satıcılığına mı başlayacaktı? Başına neler gelecekti? Sormadan edemiyorum.

Bu soruların cevabını bilmiyoruz.

Ama içimden bir ses “Şvayk bugünün Türkiye’sinde yaşasaydı, hepimizin önüne düşer, yasayı geri çek diye pankart taşırdı” diyor

Aydan Çelik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu