Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun başkenti
Londra
Kızkardeşim ve ailesinin yaşadığı, bundan dolayı en çok sevdiğim ve en çok seyahat ettiğim şehir Londra’dır. Şehir adeta uluslararası turizmin, sanatın ve eğlencenin kesişme noktasıdır.
Londra, üzerinde güneş batmayan imparatorluk Birleşik Krallığın başkentidir. Köklü bir geçmişe sahip olan, önemli dünya şehri Londra’daki ilk yerleşimler 2000 yıl öncesine dayanmaktadır. M.O 43 yılında Roma İmparatorluğu bu şehre ilk ismini verdi “Londonium” , manası olan akan nehir ise Thames nehrini simgelemekteydi.
Rengarenk sokakları, köklü tarihi müzeleri, müzikalleri, operaları, yüzölçümünün %40’ini kaplayan yeşil alanları, devasa parkları ile sokak sokak gezerek keşfedeceğiniz, keşfetmekten de asla bıkmayacağınız muhteşem bir şehirdir Londra.
Farkli kültürlerle kaynaşarak dünyanın en kozmopolit şehri olan kent, yüzyıllar boyu kral ve kraliçelerine ev sahipliği yapmıştır.
Londra’da kalmak için her bütceye uygun oteller mevcut, bence önemli olan olabildiğince merkeze yakın kalabilmek. Transferlerinizde taksi ve uber kullanabileceğiniz gibi metro ya da çift katlı otobüsleri de tercih edebilirsiniz. Hem daha ekonomik hem de daha hızlılar.
Londra’ya seyahat etmek için bence en uygun zaman ilkbahar ya da sonbahar. Tabii ki kasım ortasından itibaren Hyde Parkta kurulan Winter Wonderland’i ile etrafın cıvıl cıvıl ve rengarenk olduğu Noel ve Yılbaşı zamanıdır.
Yeni bir kente gidince en sevdiğim şey, şehrin kendisine özgü mimarisini görmek, tarihi geçmişini solumak ve müzelerini gezmektir. Çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü ve çok renkli bir şehir olan Londra tam da bu yüzden her zaman benim ruhuma adeta ziyafet niteliğinde… Müzeleri, yemyeşil parkları, festivalleri, gece hayatı ve hareketli alışveriş merkezleri ile hayat Londra’da bir an bile durmaz ve sıkıcı olmaz.
Londra’da mutlaka görmeniz gereken , adeta şehrin simgesi olmuş en gözde turistik yerler Parlamento Binası, Big Ben, Tower Bridge, London Bridge, London Eye, Westminister Abbey, Buckingham Palace, Trafalgar Square, Picadilly Circus ve Knightsbridge’dir. Biraz çok ama bunları görmeden Londra’yi gördüm diyemezsiniz.
Yeşile ve doğaya hayran birisi olarak Londra’nın parkları adeta bir cennet. 350 hektara yayılmış, içinde göletiyle Hyde Park Londra’nın en meşhur parkı. Herkesin kendine göre birşeyler bulduğu parkta, eğlence mekanları, botla gezinti imkanı, bisiklet parkurları, restoranlar, eğitici öğretici gösteriler, konser alanları bulunuyor. Bunun dışında Hyde Park kadar turistik olmayan, gül bahçeleri ve göletleriyle Regents Park ve Primrose Hill benim favorilerim. O kadar huzurlular ki insan komple bir gününü hiç sıkılmadan gezerek, kitap okuyarak ve müzik dinleyerek geçirebilir.
Londra gezimizin diğer olmazsa olmazları ise muhteşem müzeleri. Hepsini görmenizi şiddetle tavsiye ederim. Fazla vaktim yok, sadece birini seçeceğim derseniz o British Museum olmalı, Antik Yunan ve Roma dönemine ait olağanüstü eserler, Doğu kültürünün önemli parçaları, Dünyanın 7 harikasından biri olan Halikarnas Mozolesi’nin bazı parçaları burada sergilenmekte.
Victoria and Albert Müzesinde de dekoratif sanatlar, 17. yüzyıldan günümüze uzanan giysi koleksiyonları öne çıkmakta.
London National Gallery ise sergilenen 2200’den fazla tabloları ile ülkenin en önemli müzelerinden biri. Erken İtalyan Rönesansı ve 17. yüzyıl İspanyol tabloları, Leonardo’nun ” kara kalem ” ve Francesca’nin Hz. Isa Vaftizi eserleri
müzenin en değerli parçaları arasında.
Tate Modern ise, ulusal ve uluslararası modern sanat eserlerinin sergilendiği belki de dünyanın en modern müzesidir. İngiltere’de müzelerin çoğu ücretsiz ve halka açıktır.
Teknolojik bir baş yapıt olan London Eye ise ücretlidir ama verdiğiniz her kuruşa değen bir manzara ile adeta gözlerinize Londra ziyafeti ceker. London Eye’a kadar gitmişken meşhur Shard binasına gidip yemeğinizi yiyebilir ya da enfes manzara esliğinde içkinizi içebilirsiniz.
Bogazına çok düşkün birisi olarak, İngiltere’nin bu kadar köklü bir ülke olup da, nasıl bu kadar zevksiz yemek kültürüne sahip olduğunu anlamakta her zaman güçlük çektim. Tabii ki şehre gitmişken bir pub’da onların meşhur fish&cips lerini ya da biftek spesiyalleri Beef Wellington’larını tatmamak olmaz. Ben çok pub tutkunu birisi değilim ama en çok sevdiğim ve lezzetli bulduğum pub St. John’s Wood’daki Duke of York ve Waterloo’daki The Kings Arms. Aslına bakarsanız, İngiliz sosyal hayatının bel kemiğini bu publar oluşturmakta ve bizim kahvehanelerden pek de bir farkları yok.
İngilizlerin mutfak kültürlerinin kötü olduğunu söyledim ama allahtan cok kozmopolit bir yapıya sahip oldukları için şehir her türlü etnik mutfağa sahip. Yemek konusunda cok seçici olduğum için tercihlerime kesinlikle güvenebileceğinizi düşünüyorum.
Her ne kadar turistik dense de, Sexy Fish harika bir Asya mutfağıdır. Sexy Fish gibi Berkeley Square’de bulunan Novikov Restaurant ise diğer favorim. Novikov’un Asya mutfağı tarafındaki kabuklu deniz ürünlerinin lezzetine doyamazsınız. Aynı bölgede bulunan Annabel’s Club ise tek kelime ile efsane. Dünyanın en seçkin kluplerinden birisi sayılan mekanda her an bir ünlü ile karşılaşabilirsiniz. Kimseye rahatsızlık verilmemesi icin fotoğraf çekme yasağı olan klubün şık tuvaletlerinde resim çekmek için az zaman harcamadım…
Peru mutfağı severseniz Mayfair’deki Coya’yı şiddetle tavsiye ederim. Lezzetli bir öğle yemeği için Chelsea Ivy’i, eğlenceli bir akşam ya da pazar brunchı icin en sevdiğim mahallelerden biri olan Marylebone’daki Chiltern Firehouse’u mutlaka denemelisiniz. Soho bölgesine gittiğinizde Burger&Lobster’a da ugrayıp kendinize istakoz ziyafeti çekebilirsiniz. Burger&Lobster’in Bond Street, Knightsbridge ve Mayfair’de de subeleri olduğunu hatirlatmak isterim.
Carnaby Street’teki Dishoom ise öğle kaçamağı yapabileceğiniz bir Hint restoranı. Caniniz sushi çeker ve Japon restoranı ararsanız ilk hedefiniz Mayfair’deki Roka olmalı. Bu restoranların çoğuna önceden rezervasyon yaptırmanız gerektiğini de hatırlatmalıyım.
Londra, alışveriş için de dünyanın en iyi yerlerinden biridir. Aradığınız her markayı ve her turlu ürünü Londra’da bulabilirsiniz. Kapalı alanda alışveriş yapmayı ve aradığınız herşeyi bir arada bulmayı tercih ediyorsanız Knightsbridge’deki ünlü markaların tamamına erişebileceğiniz Harrods ve Oxford Street’teki Selfridges tam da size göre.
Regent Street’teki Liberty bana kalırsa daha rafine ve güzel. Bakmayı ihmal etmeyeceğiniz bir yer olmalı.
Açık alanda alışverişi tercih ediyorsanız dünyaca ünlü mağazaların tamamına ulaşabileceğiniz Bond Street size adeta cennete düşmüş hissi verecektir.Daha farklı alışveriş yapmanız ve gezmeniz için de mutlaka önereceğim yer Nothing Hill’dir. Burası renkli binaları ile adeta sizi içine çekecektir. Portobello’daki meşhur antikacılar çarşısında ise hele ki atikaya meraklıysanız kendinizden geçeceksiniz. Kitapseverler için tavsiyem ise Maryleborne’daki kitapçı Daunt Books. Daunt Books benim en favori alışveriş mekanlarımdan birisi. Her gittiğimde valizime zorla sığdırdığım kitaplarım adeta benim hazinelerim.
Sokak pazarı denince, favori mekanım London Bridge’in bitiminde yer alan Borough Market. Burası yiyecek ve içecek tezgahlarının kurulduğu çok şirin bir pazar yeri.
Butun bunların yanısıra Soho’dan aşağı doğru devam ettiğinizde Piccadilly Circus’a çıkarsınız. Londra’nin en önemli etkinlikleri burada. Bir müzikale ya da tiyatroya gitmeden geri dönmeyin lütfen….
Son olarak söylemek istediğim, seyahatinizi uzatabildiğiniz kadar uzatın. İnanın her dakikasından ayrı keyif alacak ve Londra’ya doyamayacaksınız.




