Reşadiye,Kokaryalı,Güzelyalı

Çocukluğumun bir kısmı Güzelyalı da geçti. Evvelden bilinen ilk ismi Reşadiye’ymiş. Osmanlı Sultanı’na atfen bu isim verilmiş. Cumhuriyet döneminde ise ismi değiştirilmiş.

Biz 33 sokakta iki katlı bir evin alt katında oturuyorduk. Evin etrafında bahçesi de vardı, ama oldukça dar bir bahçeydi. O bakımdan ne evin sahibi Karaburunlu Kaptanoğlu İsmail Amca, ne de biz bir çiçek dahi dikmezdik. Zaten betondan farkı olmayan bir dar topraktı burası.

Sokağımızın sonunda bayağı büyük bir arazi vardı. Biz o büyük arazide çift kale maçlar yapardık.

O arazinin sonunda da Bakkal Hafız Amca’nın Bakkal Dükkanı vardı. Hafız Amca; uzun boylu geniş omuzlu bir güreşçiye benzerdi. Siyah şalvarı hep ayağında olan Hafız Amca’nın başından siyah takkesi de hiç çıkmazdı.

Arazinin sokağımıza göre solunda çok miktarda, kimi kesilmiş, kimi hala kütük olarak duran mermerler dururdu. Gözümün önünde hala. O mermerlerin üstünde ve aralarında çok oynadım. Saklambaç için ideal bir alan olduğu gibi kovboyculuk için de ayni işi görürdü.

Semtimizde bize yakın iki sinema vardı. Vadi Sineması’nın kaliteli filmler getirdiğini bizimkilerden duyardım. İlkokul çağlarında seyrederdim sadece, kaliteli mi, kalitesiz mi bilmezdim.

Diğeri ise Sahil Sineması’ydı. Ara, ara oraya da gittiğimizi bilirim. Orada beni çok etkileyen film Kont Darakula olmuştu. Bildiğiniz gibi bir korku filmiydi bu. Seyrekte olsa Güzelyalı ile Göztepe arasında bulunan Gözümoğlu Sineması’na da giderdik.

İlkokulu Güzelyalı İlkokulu’nda okudum. Hala isimlerini unutmam, Müdürümüz Abidin Sutekin, Öğretmenimiz ise Hikmet Tatlıeren’di. O okulda, unutmadığım bir kapıcımız da vardı. Derviş Amca. Ama çok aksiydi, ben beş yıl boyunca hiç yüzünün güldüğünü görmedim. Büyük bir demir bahçe kapısı vardı okulun. Kilidini hiç açık görmedik. Sabah girişte açılırdı öğle yemeğine eve giderdik, yani tam tedrisat yapardık. Akşam eve gidiş zili çalınca açardı kapıyı Derviş Amca.

İki bahçemiz vardı. Ön bahçede okula giriş sırasında bayrak töreni yapar, İstiklal Marşı’mızı okurduk. Oyun oynadığımız yer de ön bahçeydi. Arka bahçe ise ağaçlıklı ve fotoğraf çekme alanıydı. O zamanlar öğretmenimizle sık,sık fotoğraf çektirirdik.

Sınıfımızda iki Çetin vardı. Biri Arap Çetin, diğeri ise beyaz Çetin, arap olan sadece esmerdi, ama lakabı arab olmuştu bir kere. Amerika’dan gelen bir subayın kızı Zeynep’e öğretmen hep İngilizce şarkılar söyletir ve Amerika ‘da yaşadıkları şehri anlattırırdı. Ayrıca oralarda neler yenir, neler giyilir, nerelerde gezilir gibi. Her kes hayranlıkla dinlerdi.

Bir arkadaşım da Ender Elat dı, nedense hiç birinin soyadı aklımda değil ama, Ender’inkini unutmuyorum. Babası sanıyorum kadın berberiydi. O zamanlarda Kuaför kelimesi icat olmamıştı. Ender Mithat Paşa Caddesi üstündeki bir apartmanda oturuyordu. Bu bir ayrıcalık ve zenginlikti. Bir de sınıfımızda Lale vardı. O da cadde üstünde ve Güzelyalı Parkı’nın karşısında eski ama bakımlı iki katlı Sakız tipi bir evde otururdu.

Günün birinde Öcal isimli bir arkadaşımız okulumuza ve bizim sınıfımıza geldi. İşin garip yanı onun babası da subay olduğu için uzun süre Amerika’da bulunmuştu. Yani sınıfta iki Amerikalı oldu. Ama ünvan Zeynep te kaldı.Fakat Öcal da arayı kapatıverdi, onun babası da denizciymiş gemileri batmış, uzun süre denizde yüzerek kurtulmayı başarmış, hatta denizdeyken kolunda olan saati de Öcal’a hediye etmiş, bu konuda bizi epey meşgul etmişti. Saat günlerce elden, ele gezmiş ve ilgi ile izlenmişti.

Okul istedi Yavrukurt oldum. O elbiseyi çok sevmiştim, kendimi adeta asker olmuş gibi hissediyordum. Bu yavrukurtların belinde halka şeklinde sarılmış bir ip vardır, darda olan birini kurtarmak için takarlar. Bunun bir sarma tekniği vardı. Öğretmen ne zaman sınıftaki yavrukurtlar arasında ip sarma yarışması yapsa birinci ben olurdum. Yavrukurtluğu çok sevmiştim.

1958 yılıydı sanırım mezun olacağımız zaman, bugünkü Konak’taki tiyatroda bir ronta katılmıştım, ailemde gelip beni seyretmişti.

O zaman diploma yoktu, Şahadetname verilirdi. Bu şahadetnameden elimizde bir suret yok. Her halde o zaman fotokopi cihazı yoktu. Anlayamadığım bir konu var. İlkokuldan Şahadetname’yi alıyorsunuz, orta okula girerken diğer evraklarla beraber onu sizden alıyorlar, liseye girerken orta okulun verdiği diplomayı sizden alıyorlar En  son üniversite tahsili yaparsanız elinizde bir tek o diploma kalıyor. Bunun nedenini bilmem. Elimde bir anı olsun derseniz yok. Orta okul sırasında fotokopide vardı üstelik. Ama bizde akıl etmemişiz fotokopi yoksa fotoğrafını çektirebilirdik. Eminim ki sonra bu kağıtların hepsi ya yakılıyor ya da hurda kağıt oluyordur.

Güzelyalı’da halen duran bir parkımız var. Oynamaya oralara kadar gider salıncaklara binerdik. Onun hemen altında Poligon istikametinde ise Güzelyalı Pazarı vardı. Ne sebeple bilmem o pazarın sevk ve idaresi Fanti Kazım’a vermişlerdi.

Bütün pazarcıları hizaya getiren bir adamdı. Pazarda yer isteyen pazarcılara da yer verir veya vermezdi.

O pazarın yan tarafı da Vadi Sineması’ydı. Burada bütün zevkimiz gazozun içine nohutları atmak ve nohutla beraber içmekti. Tahta sandalyelerde film seyredildiği için sinemada minder kiraya verilirdi. Genelde iki film oynar, sonuncu filmi uyuklayarak izlerdik.

Hafız Bakkal Amca birkaç sokağa hakimdi. Evinin bir odası dükkana çevrilmiş olan bakkalda neredeyse yok, yoktu. En dikkatimi çeken de gaz verdikten sonra elini siyah şalvarına silerdi. Onun hijyen anlayışı buydu sonra da  yoğurt tartardı.

O zaman yoğurtlar tepsideydi. Sokaktan da yoğurtçular geçer, tabağın darasını almak için ise birkaç tane beyaz deniz taşı kullanırlardı.

Çerçiler gelirdi, onlarda da ne ararsan bulunur, yoksa not alır haftaya getirirdi. Bir de  yağcılar, onlar aldığın yağı belli edecek olan bir sabit kalemi dudak ve diliyle ıslatır tahta kapıya bir çizik atardı, ayda bir de çizikleri sayar parasını alırdı.

Eskinin değişik ama hoş metodları vardı. Bütün yağcıların ve sütçülerin ağızları mor du. Sabit kalemin çıkmama özelliği olduğu için ve her günde üstüne ilaveler olduğundan olsa gerek, onlar hep mor dudaklı ve dilliydiler. Evvelden de divit kullananlar yanlış yazdıklarını yalarlarmış. Oradan kalmış her halde ‘Bu adam mürekkep yalamış’ der ve okumuş olduğunu belirtirlerdi her halde..

En çok çember çevirir ve telden araba yapardık ya da meşe oynardık . O zamanın çocuklarının yeteneği vardı her halde ya da oyuncak alınamıyordu, imkanlar kısıtlıydı, biz de kendimiz bazı şeyleri bir birimizden öğrenirdik. Mesela makaralardan tank yapardık. Uçurtmamızı kendimiz yapar biraz unu sulandırır pelikan diye kullanırdık. Ama biz kuyruğuna jilet takmazdık. O tarihlerde puro sabunu yeni çıkmıştı. Pır, pır bir uçakla ucunda küçük bir paraşüt ile uçaktan atarlardı, ne kadar çok peşinden koşmuştum küçücük bir parça sabun kapmak için.

Anılar arka, arkaya zihnimde canlanıp klavyeye akıyor. O evin sahibi Karaburun’lu bahçelerine götürmüşlerdi bir defasında , en çok karpuzu bir arada orada görmüştüm.

Oğlu taşa vurup kırdığı karpuzun sadece göbeğini yiyor , gerisini atıyordu. Bana da öyle yapmamı söyledi, “ben günah atılır mı hiç” dedim ne de olsa memur çocuğuydum, tabi ki dar gelirliydik. Tasarrufu ister istemez öğreniyorduk.

O tarihlerde önce tramvay vardı, sonraları boynuzlu dedikleri troleybüsler geldi. İlk gelenler Man marka Alman malıydı, daha sonra Fiat İtalyan malı troleybüsler geldi. Benim model itibariyle beğendiğim Man troleybüslerdi, Fiat olanlar daha büyük ama zarif değildi. Ama tramvay raylarında patlattığımız çıtır pıtırları bu troleybüslerde yapamıyorduk. Daha sonra o raylar Mithatpaşa Caddesi’nden sökülmüş ve şekilsiz birer elektirik direği olmuştu.

Oturduğumuz evin dibinde bir adam boyundan yüksek bir taş duvar vardı, içinde küçük bir ev ve çok geniş meyve ağaçlı bahçesi vardı. Bu puro sabunları paraşütleri en çok ta bu bahçeye düşüyordu.

Bir de buzcuya gitme görevim vardı. Buzcu elindeki tırtıklı ve dişli bir ağırlıkla buzu keser ve üstünü bağladığı sicimin kaymaması için bir yol açardı. Onu yaparken ona yakın durur küçük buz parçaları ile adeta duş yapardım…

Sanırım akla gelenler veya akılda kalanlar bunlar…

Gürol Tulunay

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu