Balkanlar
Yürek yangını Balkanlar, anı yüklü Balkanlar. Yitip giden canlar, kaybedilen topraklar. Tek kurşun atmadan teslim edilen Selanik. Bana göre soykırım olan Balkan savaşları, savaş sırasında kaçmak zorunda kalan mühacırlar, ardından dünyada eşi benzeri olmayan bir nüfus değişimi mübadele…
Her biri sayfalarca yazılabilecek konular. Birinci kuşaklar çoktan gitti, ikinci kuşaklar da az kaldı. Benim anne ailem de Balkan savaşlarında herşeylerini bırakıp canlarını zor kurtaran, son vatanımıza kaçmak zorunda olan bir aile. Anılarla büyüdüm. İlk yaşayanları tanıma şansım olmadı, anneannem çok küçükken vefat etti , dedem ise ben doğmadan. İzmir Alsancak’ta yaşayan birinci kuşaklardan dinledim, annemlerden dinledim. Oralardaki evleri, yaşam biçimlerini, eşyalarını, gelenekleri, görenekleri…Küçük ailelerden başlayarak dalga dalga büyüyen konular var. Ardımızda kalan eserler, bizim olan ama yok sayılan değerlerimiz gibi…
Bu ay Marmara Üniversitesi Mimarlık Tarihi Bölümü’nden çok değerli bir araştırmacı bilim kadınımız Doç Dr. Neval Konuk Halacoğlu ile derin konulara daldık. Balkanlardaki Osmanlı eserleri, Anadolu’da bizde kalan eserlerden başladık, Rumeli Bektaşiliğine kadar geldik.
Önce sizlere Neval hanımı tanıtmak istiyorum. Neval Konuk Halaçoğlu kimdir, neler yapmıştır ?
Doç.Dr.Neval Konuk Halaçoğlu Marmara Üniversitesi Mimarlık Tarihi öğretim üyesidir. “Tanzimat Sonrası, Osmanlı Rumeli Vilayetleri Hükümet Konaklarında İdeoloji ve Erk’in Mimari Temsili (1839-1922)”, teziyle Mimarlık Tarihi’nde doktorasını yapmıştır. Balkanlarda Osmanlı mimarisi ile ilgili 14 kitabı, 70’in üzerinde uluslararası makalesi ve kitap bölümü vardır. T.C.Dışişleri Bakanlığı adına Yunanistan’daki Osmanlı Mimari Eserlerinin Envanteri’ni Tespit Projesi’ni 2006 yılından itibaren tek başına gerçekleştirmektedir. Kosova Sultan Murad Hüdavendigar Türbesi, Prizren Osmanlı Mezarlığı v.b. restorasyonlarda bilim kurulu üyeliği yapmıştır. Rumeli’de Osmanlı kültürü hakkında ulusal ve uluslararası basında yayınlanmış köşe yazıları da bulunmaktadır. İyi derecede İngilizce, orta derecede Yunanca, Arnavutça ve Bulgarca bilmektedir. Rumeli Balkan Stratejik Araştırma Merkezi Bilim Kurulu Üyesi, Trakya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Enstitüsü Danışma Kurulu Üyesi, İstanbul Pendik ile İzmir Urla Belediyeleri Kültür ve Anı Evi Projeleri’nin Türk dönemi yürütücüsüdür.
Başlıyoruz sohbetimize..
Osmanlı Balkanlarda 500 sene hüküm sürdü ve Balkanlara çok yatırım yaptı. Mübadelenin ardından kalan eserler Yunanistan tarafından korundu mu?
Türkiye-Yunanistan arasında 30 Ocak 1923’te imzalanan Nüfus Mübadelesi Anlaşması sonrası Yunanistan’da bıraktığımız kültürel mimari mirasının tamamının tespiti, Yunan ulus devlet dönüştürülme sürecinin inşasında mimari eserlerin kültürel miras içindeki yerinin belirlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Osmanlı hâkimiyeti ve Nüfus Mübadelesi sonrası Yunanistan şehirlerindeki kentleşme sürecinin, sosyolojik değişimlere yol açtığı görülmektedir. Türkler tarafından zorunlu terk edilen kent merkezlerindeki mimarî eserler, yeni kullanıcılarla birlikte yeni kimlik ve aidiyetler oluşturmaya başlar.
Yunanistan’da kullanılan bir terimden, Bizans sonrası teriminden söz etmek istiyorum. Bu terim Yunanca’da kullanılan şekli ile en azından resmî kataloglama çalışmaları açısından Osmanlı döneminin var olmadığını varsayıyor. Yani, yalnızca Doğu Roma Dönemi (Bizans) ve Bizans Sonrası Dönem var. Anlayacağınız daha başlangıçta Yunan Devleti’nde bu yapıların kaderinin ne olacağına dair bir ön yargı var. İlk problem burada çıkıyor. Osmanlı mimari eserleri olarak değil de ‘Post Bizans ya da Müslüman eserleri’ olarak tescil edilince, biz ülke olarak konuya müdahil olamıyoruz. Ülkedeki Osmanlı eserlerinin envanterinin çıkarıldığını öğrendim ve binlerce esere ulaştım. Acil müdahale edilmesi gereken 14.ve 15.yüzyıla tarihlenen yapıların dahi restorasyonuna izin verilmiyor.
Peki Anadolu’da kalan eserleri biz koruyabildik mi ?
Nüfus mübadelesi sonrası cemaatsiz kalan kiliseler, cami, askeri depo, sinema ve düğün salonu gibi yeni işlevler kazanmışlardır. Örneğin, Mudanya Ayios Yeoryios Kilisesi, önce askeri depo, ardından sinema salonu olarak kullanılmış, 1993 yılındaki restorasyon sonrası da Mudanya Belediyesi tarafından kültür merkezine dönüştürülmüştür. Tirilye Ayios Yeoryios Kilisesi, mübadele sonrası yemekhane, düğün salonu olarak kullanıldıktan sonra 2008 yılındaki restorasyon sonrası Mudanya Belediyesi tarafından kültür merkezi işlevi kazandırılmıştır. Yine, İzmir Çeşme Aziz Haralambos Kilisesi, belirli dini günlerde Yunanlılar tarafından ziyaret edilerek ibadet yapılmaktadır. Sümela Manastırı hariç, bizim restore ettirdiğimiz 84 kilisenin tümü 19. yüzyıl eseri, 18. yüzyıl eseri bile değil. Batı Anadolu kiliselerinin hepsine bakarsanız 1860’lar 70’ler 80’ler. Bizim orada 400-500 yıllık eserlerimiz var, 580 yıllık camimiz var, hiçbir şey yapılamaması acı bir gerçek, izin verilemiyor, müdahil olamıyoruz. Tescil edilemediği için sahip de çıkamıyoruz, takip ya da hak iddia edemiyoruz. Selanik ve Atina’da cami olmamasından vazgeçtim, bir restorasyona dahil edilme durumu bile söz konusu değil, bir çeşme bile tamir ettiremiyoruz ve asla ettiremeyeceğiz.
Selanik’teki Beyaz Kule dünyaca bilinen bir kule. Bazı tarihçiler mimarı Mimar Sinan’dır diyorlar siz ne diyorsunuz ?
Kanuni Sultan Süleyman döneminde eski Bizans Kulesi yerine inşa edilen Beyaz Kule’nin mimarının Mimar Sinan olduğuna dair iddialar çok olsa da yapının Venedikli mimarlar tarafından yapıldığı başta Yunanlılar ve diğer batı tarihçilerinin büyük bölümü tarafından kabul görür.Ancak gerçek bu değildir.
Beyaz Kule ile ilgili çalışmalarınız ve görüşleriniz çok önemli…
Teşekkür ederim. Her Selânikli’nin yanından her gün geçtiği devasa anıt Selânik Beyaz Kule örneğinde olduğu gibi, kitabesi çıkartılarak ve etrafındaki dış surları yıkılarak hafızalardan, Osmanlı kimliği silinmeye çalışılmıştır. Buna rağmen halen şehrin en önemli simgesi durumundadır. Ancak, günümüzde Osmanlı mimarî eseri değil de, Venedik yapısı olduğu ifade edilmektedir. Şehrin simgesi olarak kabul edilen Beyaz Kule, zemin hizasındaki kapısı, çifte kemeri ile tam Türk mimarisi üslubunda olan ve kapı üzerindeki kitabesi bugün sökülmüş veya üstü sıvanmış bulunmaktadır. Beyaz Kule’nin sanıldığının aksine Venedik yapısı değil, tamamen Osmanlı eseri olduğu, Kanunî Sultan Süleyman döneminde (1520-1560) Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde inşa kitabesinin metniyle beraber yazılıdır. Ayrıca, kitabesini gösteren bir fotoğrafta Amerikan Congre Kütüphanesi’nde mevcuttur.
30 metre yüksekliğinde ve 70 m. çapındaki altı katlı Kule, Osmanlı döneminde hapishane olarak da kullanılmıştır. Kötü şöhreti yüzünden “Kanlı Kule” olarak da adlandırılan bu burç, 1878’de II.Abdulhamid’in emriyle kapatılarak beyaza boyanarak “Beyaz Kule” ismi verilmiştir. 1911’de Kule etrafındaki duvarlar yıkılmıştır. Kule, daha sonra onarım görmüş ve müzeye çevrilmiştir. Beyaz Kule, 1985 yılından beri Selanik tarihinin (Osmanlı dönemi hariç) sergilendiği bir müze (Selanik Tarih ve Sanat Müzesi) olarak ziyarete açıktır. Beyaz Kule’nin karşısındaki parkta ise, Yunanlıların Balkan Savaşı kahramanlarından Pavlou Mela’nın bir anıtına rastlamak mümkündür.
Uzun süre beraber yaşayan halklar birbirinden etkilenirler. Kültürler kaynaşır. Yemekler konusunda da ciddi bir mücadele içindeyiz. Baklavadan tutun mantıya, cacığa kadar. Bazı Anadolu yemeklerine bile patent alıyorlar. Yoğurdu ilk kullanan Türkler içine salatalık doğramayı bilemeyecek kadar bilgisizler mi de cacık bile bizim diyor Yunanlılar. Yemek bana göre kültürün en önemli ögelerindendir. Siz ne dersiniz, yemeklere sahip çıkmamak, Türkçe isimlerle olan yemekleri bile kaybetmek bir yerde kültür emperyalizmi midir ?
O kadar çok ortak yanımız var ve o kadar çok ‘Bu bizim aslında’ dedikleri şey var ki !Bazen, şunu düşünmeden edemiyoruz: ‘Yoksa biz mi sahipleniyoruz bunların kültürlerini’ diye. Ama şöyle bir bakınca komşunun gerçekten abarttığını görebiliyoruz. Geleneksel Yunan tatlısı Ekmek Kadayıfı var. Yoğurt keza öyle..1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra Türk kahvesinin adı Yunan(Eleniko) olur..İçtikten sonra kapatıp, bizim gibi fal bakıyorlar..Lokma, İmam bayıldı, Lokum..Tatlı bir rekabet gibi düşünmeyip, sahip çıkmalıyız..
Seneler önce Desem’de Türk Yunan Gençlik Konseyi yapılmıştı. Değerli arkadaşım Prof. Dr.Hülya İnaner’in çalışması idi. Bizim öğrencilerin sıvavlarına denk geldi benim kızım Özge Akbulut da etkinliğe katıldı. Ben de Hülya Hoca ile beraber gençleri uzaktan izledim. Yunanlılarla çay molasında yemekleri konuşmaya başladılar. Söz İmam Bayıldı’ya geldi. Yunanlı gençler “bizim yemeğimiz” dediler. Kızım Özge de ” İmam bayıldı yemeğin adı Papaz Bayıldı değil” demişti. Burada gençlerimizin iyi eğitilmiş olmaları, oldukça iyi ingilizce ve de ek bir yabancı dil bilmelerinin şart olduğunu belirtmek istiyorum. Balkanlardaki Bektaşi tekkeleri hakkında da bilgi az. Yeniçeri ocakları ile beraber kapatıldı. Rumeli Bektaşiliği ve Tekkeleri hakkında bilgi verebilir misiniz ?
Hacı Bektaş Veli, Horasan’dan gelip Anadolu’ya yerleşmiş ve İslam’ı Türklere sevdirmiş büyük bir mutasavvıftır. Bektaşi tarikatının kurucusudur. Onun öğretileriyle Anadolu aydınlanmış ve oradan çıkan ışık, Mısır’a ve Balkan coğrafyasına yayılmıştır. Bektaşilik, Balkanların Müslümanlaşmasında son derece önemli bir yere sahip tasavvufî harekettir. Bektaşi zaviye şeyhlerinin ortaya koyduğu hoşgörülü tutum ve davranışlar, Hıristiyan olan toplumun Müslümanlaşmasını kolaylaştırmıştır.
1826 yılında Yeniçeri Ordusu’nun kaldırılması beraberinde Bektaşiliğin de yasaklanmasına sebep olduğu için bu dönemden sonra Bektaşiliğin gelişmesi duraksarken birçok Bektaşi tekkesi tahribata maruz kalmıştır. Bu tarihten itibaren karşı karşıya kalınan yoğun baskı ve yıkımlara rağmen bütün Balkan coğrafyasında pek çok Bektaşi tekkesi günümüze kadar ulaşmıştır.
Balkan coğrafyasının sosyo-politik durumu ele alındığında, bu coğrafyadaki tarihsel gelişim süreci üzerinde Bektaşiliğin ve Bektaşi tekkelerinin bıraktığı etki, azımsanmayacak kadar önemlidir. Balkanlardaki dinî ve kültürel birikim, Bektaşilik hareketi üzerinden okunabilir. Bektaşilik, sahip olduğu tasavvufi güçle birlikte, var olduğu her yerde yaşam ve yaşam tarzını etkilemiştir. Bu etkilenmede en önemli rollerden biri, Bektaşiliğe ait yapılara yani tarikat yapılarına aittir. Fiziksel ve simgesel olan bu tür yapıların tamamının ortak yönü yaşam şeklinin günlük ihtiyaçlarına cevap vermek durumunda olmalarıdır. Bu yapılarda bir derbentte ise güvenlik, büyük bir yerleşim bölgesinde ise genişlik, yol üstü bir geçiş noktasında ise konaklama ön plana çıkmıştır. Balkanları etkisi altına alan bir tasavvufi hareket olarak Bektaşiliğin, bölgenin en işlek yerinden en ücra yerine kadar, dağ başından, su kaynaklarının başına kadar her noktada bir yapı kurmuş olduğu görülmektedir.
Bektaşilik Balkanlara nasıl yerleşti?
Bektaşilik, halkların kültürel, sosyal ve siyasal yaşantısında özel bir konuma sahip, Balkanlarda özellikle XVIII. ve XIX. yüzyılda oldukça etkili bir tasavvuf akımı olmuştur. Bektaşilik, Balkanlara iki şekilde yerleşmiştir. Birincisi, XIII. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti bu bölgelere henüz gelmeden gezici dervişler eliyle olmuştur. Bu yerleşmede boş ve tenha araziler tercih edilmiş, oralara tekke ve zaviyeler kurulmuştur. Bu yerleşmenin gerçek kahramanı Sarı Saltuk’tur. Onun gerçek bir şahsiyet olmayıp bölgede iki asır boyunca faaliyet göstermiş bütün sûfilerin tecrübelerinin toplamı olduğu söylenilse de, onun Balkan coğrafyasında varlığının ve faaliyetlerinin olduğu bilinmektedir. Osmanlı’dan önceki dönemde Balkan Yarımadası’nın İslamlaşmasında Sarı Saltuk’un da rolü çok büyüktür. Sarı Saltuk 1261 yılında Anadolu’dan 10 bin aileyi kapsayan 40 Türkmen kabilesi ile Dobruca’ya iskân etmiştir. Bu yıllardan itibaren Dobruca her şeyi ile tamamen bir Müslüman olmuştur. Sarı Saltuk, Balkan Yarımadası’nda İslam’ı yayan bir misyoner olarak gösterilmektedir. Sarı Saltuk’un, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yıllarda dini faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir. Bektaşiliğin Balkanlarda yayılmasındaki ikinci şekil ise Osmanlı Devleti’nin fetih ve iskan politikalarıyla ve Yeniçeri-Bektaşi birlikteliği ile gerçekleşmiştir. Hacı Bektaş Veli, bir kısım halifelerini belli bir plan ve stratejiye göre Rumeli’ye göndermiştir. Bu etkinlik, Osmanlı fetihlerinin Balkanlarda hızlı yayılmasında da devam etmiştir
Kitap yazdığınızı biliyorum. Kaç kitap yazdınız , içerikleri hakkında bilgi verebilir misiniz ?
Kitaplarımın konusu çalışma alanım Rumeli ve memleketim Pendik ile Osmanlı mimarisinin genel özellikleriyle ile ilgilidir.50 yi aşkın katkı koyduğum eser mevcuttur.
Konular uzun, bir yazıya sığacak gibi değil. Bu yazı burada bitmez. Yakın bir zamanda yine Neval hanımla derinlere dalarız diye düşünüyorum ve konuğum olduğu için teşekkür ediyorum.
Nadide Apaydın Akbulut