Üç Tunç Tas
|
|
|||
2024’te kurulan bir yeni özel tiyatro, Tiyatro Gün, ilk oyunu “Üç Tunç Tas” ile kısa sürede izleyicilerin dikkatini çekmeye başladı. Ahmet Şenasnas, Selsu Samur ve Berkay Özcan’ın oynadığı, Semih Bulut’un yönettiği orkestradan oluşan oyun, İstanbul dışında İzmir gibi çeşitli illerde de sahnelenmeye devam ediyor. Temelinde kadın, erkek ve terapist karakterinden oluşan oyunun ekibi ile Merhaba için bir röportaj yaptım.
Ahmet Bey aynı zamanda tiyatroyu siz kurdunuz. Tiyatro Gün olarak bir araya gelişiniz nasıl oldu?
Ahmet Şenasnas: Biz kolektif bir şekilde, modern ve geleneksel tiyatroyu bir arada yapma fikriyle bir araya geldik. İlk oyunumuz “Üç Tunç Tas” da bunu her şeyiyle, müziğiyle, metniyle, oyunculuk algısıyla karşıladı. Bu doğrultuda Tiyatro Gün ekibi olarak birlikte yazdığımız bir oyun oldu. Ben varım, Selsu var, Berkay var yazar ekibinde. Çünkü kolektif bir işe inandığımız için bizden bizim hikayemiz olsun istedik ve bundan sonraki yapacağımız oyunlarda genel olarak hedefimiz o. Çünkü biz de bizim topraklarımızda o kadar çok hikaye var ki, o kadar çok yazılacak şey var ki, o kadar çok insanlarla buluşacak şeyler var ki aslında. Tabii ki diğer metinlere veya yabancı yazarlara karşı bir duruş değil bu. Fakat bizim topraklarımızda bizim insanımızın çok hikayesi var. Biz de bunu anlatıyoruz.
Bu doğrultuda aslında pek çok karakteri de oynuyorsunuz. Ama tabii baktığımızda oyun bir çift ve terapist ekseninde gelişiyor. Oyun özelinde karakterlerinizin genel durumunu nasıl anlatırsınız?
AŞ: Oyun özelinde karakterlerimizin durumunu şöyle anlatabilirim. Benim oynadığım adam sokakta mesela yürüdüğümüz zaman 10 kişi ile karşılaşırsak 8 kişi aslında o adamdır. Ya da o kadın, o adam, o terapisttir… Yaşayan üç karakter; sokakta, kafede, metrobüste, otobüslerde her yerde karşılaşabileceğimiz insanlar. Dolayısıyla oyunun içinde de böyle bir doğallık kurmaya gayret ettik. O yüzden de yani gelen seyircinin tepkisinden anladığımız üzere seyirciler buraya geldiklerinde kendilerinden bir şey buluyorlar.
Öte yandan oyunda pek çok esere de hem orkestra hem de diyaloglar ile referans veriyorsunuz. Bunlar genellikle bir yazar ekibi olarak karar verdiğiniz şeyler mi yoksa doğaçlama olarak mı gelişiyor?
AŞ: Orkestranın çaldığı eserler sabit. Zaten oyunun içinde sabit ama bazı bildiğimiz eserlere referans veriyoruz. Hamlet’ten tutun da pek çok esere, ancak ben şuna da inanmıyorum. “Her oyun aynı oyunu oynarız!” Açıkçası her yeni oyun yeni bir seyirci demek. Her oyun aynı oyunu oynama ihtimalimiz yok. Çünkü seyirci farklı, sahne farklı, algı farklı ve bizim de işimiz insan olduğu için, biz de insan olduğumuz için o günün şartları işte maddi manevi kaygılar tabii ki sahneye geldiğinde hepsi kapının ötesinde kalıyor. Yani değişebiliyor, gelişebiliyor ve her oyun oynadıkça da şunu fark ediyoruz; mesela çok başka bir şey oynandı ve diyoruz ki “Bunu devam ettirelim.” Oyun her kadın ve her erkeğin böyle durumlarda olabileceğinin bir özetidir. Çünkü oyunda hep şeye dikkat ettik biz. Rejisini yaparken özellikle benim dikkatim gündelik bir şey olsun, bizden bir şey olsun ve seyirci geldiği zaman çıktığında “Aaa bak işte bizde de böyle bir şey vardı, bizim tanıdığımızda da böyle bir şey vardı!” desinler. O yüzden oyunculuk algısını metni, reji, sade, minimalist, dekoru da gördüğünüz gibi minimal bir şey ama bir o kadar da gerçek bir şey olmasına gayret gösterdik.
Tam da bu noktada Selsu Sabur’a dönmek istiyorum. Sizin Tiyatro Gün ile yollarınız nasıl kesişti?
Selsu Sabur: Ahmet ile Reha Özcan’ın atölyesinden tanışıyoruz. Bu doğrultuda onunla bir şeyler yapmayı çok istiyorduk mesleki açıdan da ve “Neden artık başlamayalım, zamanı gelmedi mi?” diye düşündük ve Ahmet’in önderliğinde bu yola çıktık. Sonrasında zaten Semih arkadaşımızdı, o da katıldı, Berkay arkadaşımız da katıldı. Bu şekilde yola çıktık. Berkay ile Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nden tanışıyoruz. Semih’le ortak arkadaş vasıtasıyla atölyeden tanıştık.
Selsu Hanım; kendi oynadığınız karakteri veya karakterleri bir kadın, bir birey olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
SS: Kadına baktığımızda bir ismi yok en başta. Çünkü herhangi bir kadının kendini izlediğinde aslında kendisini görmesini istedik. Ahmet’in söylediği gibi kadın toplumdan dışlanmış ama bir o kadar da toplumun kurallarını devam ettirmeye çalışan, hem belki anne olmaya çalışan, iyi bir eş olmaya çalışan, bir sürü görevi yüklenen ama bu görevler içinde kaybolan bir kadın bence. Ben de bunu ortaya çıkarmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Onun haricinde dönüşlere baktığımda Ahmet’in söylediği bir seyircinin yorumu beni de çok etkilemişti. “Biz kendimizden bir şey bulduk. Evet biz de böyle bir şey yaşamıştık!” gibi. Bu noktada çok keyif alıyoruz tabii ki ekip olarak oynadığımız karakter ruh buldu olarak hissediyoruz her seferinde.
Oyuna gelen ustalarınız oldu mu?
AŞ: Serdar Bordanacı geldi oyunumuza sağ olsun mesela. Onun söylediği şeyler bizi geliştirme açısından çok faydalı oldu . Seyirci fikri, usta fikri, meslektaş fikri bunların hepsi bir araya geldiğinde bizim için çok kıymetli bir şey oluyor. Ekip olarak da hep şöyle bir ekip olduk biz. Bizi geliştirecek iyi veya kötü önemli değil o tepkinin veya işte o düşünce oyunumuza katkısı nasıl olabilir, nasıl geliştirebilir bizi? Çünkü tiyatro dediğimiz şey, oyunculuk dediğimiz şey gelişime açık bir şeydir. Yani şu yoktur hiçbir zaman. “Tamam abi işte üç tane oyunda oynadım, tamam oldu bitti!” gibi bir şey yoktur. Benim ustam Reha Özcan hep şöyle der: “Oyunculuğun ilk 30 yılı çok zordur. 30 yıl sonrası kolaydır!” Reha Hoca henüz izlemeye gelemedi. Onun hem Araf hem de Bir Garip Orhan Veli çalışmaları devam ediyor.
Tam da bu noktada terapistimize, Berkay Bey’e dönelim. Siz peki kendi karakterinizi nasıl anlatırsınız? Sizce günümüzde çift için bir terapistin önemi var mı?
Berkay Özcan: Kesinlikle var. Hele günümüzde çok daha fazla önemli bir yere sahip. Ben kendi oynadığım karakteri şöyle yorumluyorum. Bence benim oynadığım karakter biraz duyguların somutlaşmış hali. Çünkü birçok duyguyu aslında her duyguyu içinde barındıran bir karakter. Hani bazen bize uzak veya yakın bir duyguyu hissederiz. İşte bunun içinde öfke var, yalnızlık var, şaşkınlık var. Bunların hepsi aslında somut olarak bir insan olduğunda bence bir terapisti yani benim oynadığım karakteri oluşturuyor diyebiliriz. Böylece duyguların böyle somutlaşmış şeklini görebiliyoruz. Bir anime filmi vardır orada sanki.
Semih Bey siz aynı zamanda müzikleri yapıyorsunuz. Bu ekip ile yollarınız nasıl kesişti?
Semih Bulut: Ahmet ile uzun zamandır süregelen bir dostluğumuz var. Hep böyle bir şey yapmak, bir şey yazmayı ve içinde olmak istiyordum. Ben onu biraz sıkıştırıyordum. Bir gün bana bir metin attı. Metin mükemmel, okudum ve bana dedi ki: “Shakespeare’in eserlerini Türk ezgileriyle yorumlayabilir misin? Bir beste yapalım!” Ben de şaşırdım ve dedim ki: “Tamam yapıyoruz!”
Oyunla ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
AŞ: Güzel geri dönüşler alıyoruz. Örneğin bizim bir sahnemiz var, evlilikle ilgili ikili tartıştığımız, sahneden sonra izleyen bir çift ile konuştuk birbirlerine bakıp “Bu biziz” demişler! Bu çok kıymetli bir şey bizim için. Bunun olabildiğince gerçek bir tarafını öne çıkarmaya çalışıyoruz.
SS : Yine aynı şekilde: “Biz kendimizden bir şey bulduk. Evet biz de böyle bir şey yaşamıştık!” diyen pek çok seyirci ile karşılaştık. Bu noktada çok keyif alıyoruz tabii ki ekip olarak, oynadığımız karakterlerin ruh bulduğunu hissediyoruz her seferinde.
Oyun bu arada İstanbul haricinde hangi şehirlerde sahnelendi?
AŞ: İstanbul dışında İzmir, Ankara ve Bursa’da sahnelendi. Olabildiğince şehir şehir dolaşmaya çalışıyoruz. Yani biz olabildiğince bütün Türkiye’yi dolaşmak istiyoruz. Çünkü bizim dekorumuz yok. Bir tane bavulumuz var. Müzisyenlerin bir sürü enstrümanları var, müzisyenlerden bıktım! Birlikte çok rahat her yere gidebiliyoruz.
Özellikle İzmir nasıldı ?
:AŞ: Güzel geri dönüşler aldık ancak İzmir’de şöyle bir durum var. Oynarken genelde biz reaksiyon olan yerleri biliyoruz. Şimdi reaksiyon olan yerlerde küçük küçük reaksiyonlar geliyor, çıt çıkmıyor. Biz de diyoruz ki “Acaba oyun kötü mü gidiyor?” Oyun bitti. Bir çiftin yanına gittim. Dedim ki; “Beğenmediniz mi oyunu? Çünkü hiç reaksiyon alamadık sizden.” O çift de “Biz çok dikkatli seyrettik. Genelde İzmir seyircisi böyledir. Dikkat ederek seyrettik ve bayıldık!” dedi. Dikkat etmekten gülmeye vakit bulamıyorlar. Sanırım öyle bir şey. Sonrasında birkaç çiftle daha konuştum. Çok beğenmişler. Yani bizim düşündüğümüzün tersi bir durum.
Ahmet Bey, aynı zamanda Tiyatro Gün’ün sahibi, oyuncusu, yazarı ve yönetmenisiniz. Bu bağlamda dört önemli görevi birden üstlenmek sizin için nasıl bir duygu?
AŞ: Aslında hem oyunculuk, hem yönetmenlik, hem yazarlık yapmanın bir arada çok zor bir iş olduğunu düşünürüm ve hep bunu oyunculuk hayatımda reddetmişimdir. Ama “Üç Tunç Tas” hayatıma girdikten sonra ve tiyatroyu kurduktan sonra bir deneme alanı kurmak istedim kendime. Ancak çok zorlandım ve belki de hayatımın en buhranlı dönemiydi. Ama sahneye çıktığımda ilk oyunda mesela böyle bir 20 kilo gitti benden. Böyle o kadar rahatladım ki yapılabiliyor mu seyircinin takdiri.
“Üç Tunç Tas”tan sonra Tiyatro Gün olarak düşündüğünüz yeni oyunlar var mı?,
AŞ: Bir tane altı erkeğin olduğu bir oyun var, ismini söylemeyeyim, sürpriz olsun. Onun provalarına girmeye hazırlanıyoruz. Bir tane çocuk oyunu düşünüyoruz. Küçük Prens’i düşünüyorum, onu söyleyebilirim.Tabii bunlar bir zaman hepsi bir zaman dilimi içerisinde olacak. Yeni kurulduğumuz için duyuruya, seyircinin bizi tanımasına ihtiyacımız var. Ama tiyatronun yine mottosu olarak da seyirciye samimi gelen, seyirciyi diri tutan ve bizi gece eve gittiğimiz zaman kafamızı yastığa rahat koymamızı sağlayacak oyunlar yapmak istiyoruz. Ayrıca bundan sonraki iş hedefi olarak da hem kendi metinlerimizin yanında yeni metinler, yenilikçi metinler oynamak istiyoruz. En başından beri modern ve geleneksel tiyatroyu bir arada yapmak istiyoruz. Geleneksel, bizden şeyler yapalım, modern metinleri çağımıza uygun, çağımıza gelişecek şekilde yapalım. Biz bu oyunda oyuncular ve orkestramız ile bir 75-80 dakikalık bir yolculuk yapıyoruz aslında. Benim için sloganı acıklı komedidir. Tiyatromuz da oyuncularıyla birlikte bir yolculuk yapmaya çalışan bir tiyatro aslında. Bu yolculukta da dileriz ki seyircimiz geldiği zaman mutlu olsun.
“Üç Tunç Tas” ekibine bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. Oyunun sahnelendiği yerleri Tiyatro Gün’ün Instagram hesabından takip edebilirsiniz.
Emre Siyahoğlu




