Bir İstanbul Hanımefendisi
Takvim yaprakları 1 Şubat 1924’ü gösterdiğinde Garanların Dizdariye’deki konağında bir hareketlilik yaşanır. Ailenin son çocuğu ve ilk kızı dünyaya gelmiştir. Cumhuriyet’in ilanından birkaç ay sonra evi şenlendiren bu küçük kız, kendini ileride bir Cumhuriyet kadını olarak tanımlayacak, Atatürk’le yaşadığı anısını bir asır sonra dahi heyecanla anlatacaktır.
Daha sonra çocuklarını ve torununu da büyüterek 3 kuşağa dadılık edecek olan siyahi dadısı ‘Gogoş’ tarafından büyütülür…
Atatürk ölmeden önce Paşa’nın son günlerini yaşadığını ise herkesten önce öğrenir. Çünkü ilk yerli öksürük şurubunun mucidi, Atatürk’ün doktoru Bakteriyolog Prof. Dr. İhsan Sami Garan’ın kızıdır.
Babasına ise evin en bağlı çocuğudur…
Öyle ki onun ölümünden sonra evde bile durmak istemez ve Alman okulundan mezun olmasının ardından bir evlilik yapar.
Evet, Garanların son temsilcisi küçük kız büyümüş artık anne olmuştur. Bu evlilikten Cemre adında bir kızı vardır artık.
Daha sonra gönlünü Milliyet gazetesinin sahibi Ercüment Karacan’a kaptırarak büyük bir aşka yelken açacak ve bir kez daha evlenecektir.
Cemiyet hayatına damga vuran bu evlilikten Ali ve Ömer adında iki oğlu olur.
Üç çocuk ise üretkenliğinden hiçbir şey götürmez. Doğal yaşam için verdiği mücadele uğruna ülke ülke gezer, tarih merakı yüzünden arkeoloji müzelerinin açılmasına bile sebep olur.
Nerede tarihi bir araştırma kazısı yapılıyorsa orada mutlaka yerini alır.
Doğal hayatın korunması deyince Türkiye’de akla artık ilk onun adı gelir. Öyle ki Prens Philip’den davet alarak gittiği Britannia yatındaki gecede WWF’yi Türkiye’ye getirmesi istenir.
Evet artık WWF’nin başkanı, Prens Philip’in de panda kardeşidir…
Gazetelere, onun deyimiyle mecmualara arkeoloji yazıları yazan, asalet deyince parmakla gösterilen, güzelliğiyle dönemin gazete sayfalarını süsleyen bir kadından söz ediyorum.
Türkiye’de bir kuşağı yetiştiren duayen gazeteci Mehmet Ali Birand’ın kayınvalidesi, NATO’nun bir dönemki üst düzey yöneticilerinden Cemre Birand’ın ve Number1 Medya Grubu’nun patronları Ali ve Ömer Karacan’ın annesi Cemile Garan’dan, benim ise Cemoş’umdan bahsediyorum.
Cemoş’um diyorum çünkü bu harika İstanbul Hanımefendisi ile uzunca bir zaman geçirdim, yaptığımız sohbetleri kaleme aldığım bir kitap yazma fırsatına bile eriştim.
Savaşlar, darbeler, muhtıralar, koalisyonlar…100 yıla yakın ömründe, Türkiye Cumhuriyeti ne gördüyse Cemile Garan da onu gördü…
Ayaklı bir kütüphaneydi adeta.
Asaletiyle herkesi kendine hayran bırakan, aramızdaki jenerasyon farkını bana hiç hissettirmeyen Cemoş’um Bebek Camii’de kılınan cenaze namazının ardından Merkezefendi Mezarlığı’ndaki aile kabristanına defnedildi.
Cenazenin ardından Çiğdem Simavi, arkadaşı Cemile Garan için herkesi Divan Otel’de duada buluşturdu. Cemiyet hayatı ve basın dünyası, beyaz perdede Cemile’nin en güzel anlarını izleyerek uğurladı onu.
Tam da Cemoş’a yakışır ve onun isteyeceği şekilde bir veda oldu.
‘Veda’ diyorum ama benim için bu kelimeyi kullanmak hiç ama hiç kolay değil.
Türkiye Cemile Garan’ı, ben ise ‘rol modelimi’, ‘kankamı’ kaybettim…
Seninle sohbet ederek bir nehir söyleşi kitabı yazmak istediğimi sana ilk söylediğimde her ne kadar bu fikre karşı çıksan da, hayatını anlatmak istemesen de iyi ki ikna ettim seni Cemoş’um.
Bak, artık gerçekten ölümsüzsün!
Cemile, yakında tüm kitapçılarda…
İlknur Yılmaz