Terzilik itibarlı bir meslektir

1956 yılında Makedonya’dan İzmir’e göç eden Öztürk ailesi için yeni bir hayatın kapısı Bornova Büyük Çarşı’da açılır. Ailenin babası Ali Öztürk, baba mesleği olan terziliği bu kez yeni memleketinde, 540. sokaktaki küçük bir dükkânda sürdürmeye başlar. Bornova’nın esnaflık serüveni, Öztürk ailesi için işte burada, o küçücük dükkânda başlar.

Zamanla dükkanını çarşının hareketli bölümüne, herkesin “Mavi Köşe” diye bildiği bakkalın birkaç dükkân ötesine taşır. O yıllarda çarşının bu bölümü bir hayli canlıdır: bankalar, parti binaları, avcı kulüpleri, antikacılar, kasaplar, mandıralar… Bir esnafın hikâyesi aynı zamanda bütün bir çarşının hikâyesi gibidir. Henüz ilkokul çağında olan Cumhur Öztürk ise, babasının dükkânında bütün bu hareketliliği gözlemleyerek büyür.

“Çarşının bu bölümünde unutulmaz izler bırakan esnaflar vardı,” diyor Öztürk. “Antikacı Necmi, esnaf Seyfi Aco, Adalet Partisi binası… Hemen yanda Kavala Mandırası, terzi Vahap, Hasip abi –biz ona süslü derdik– Ahmet abi, karşımızda terzi Abdullah Üstün. Birkaç kapı ötede terzi Çetin. Yani o sokakta dört terzi dükkânı birden vardı. Kasap Abdullah, testici Hüsnü Pek, buzcu Yusuf… Hepsi çarşının renkleriydi.”

Sokağın ortasında sarmaşıklarla örtülü küçük bir havuz bulunur. Bornova’nın tek pazarı cuma günleri bu meydanda kurulur. Esnaflar kendi elleriyle diktiği sarmaşıkların gölgesinde dinlenir, kimi zaman avcıların anlattığı hikâyelere kahkahalarla eşlik ederler. Cumhur, daha çocuk yaşta avcıların fıkralarını dinlemekten büyük keyif aldığını anlatıyor:

Bornova’da o yıllarda avcılık çok yaygındır. Girit’ten gelenler ve dağ köylüleri, avcı kulüplerinde buluşur, maceralarını anlatırlardı. Cumhur Öztürk gülerek hatırlıyor:

“Çocuktum ama onların anlattığı av hikâyelerini çok severdim. Hep beraber güler, ‘Atın bakalım, kim yerse!’ derlerdi. Bir fıkra hâlâ aklımda:Temel safariye gitmiş. Herkes av macerasını anlatmış. Temel başlamış: ‘Afrika’da 99 aslan vurdum.’ Birisi arkadan seslenmiş: ‘Ona yüz de Temel!’ Temel de ‘Ayıp ama bir tane için yalan mı söyleyeyim?’ demiş. İşte böyle fıkralarla günlerimiz geçerdi.”

Çarşının ikinci katları da en az alt kat kadar canlıdır o yıllarda. Abdullah Soydan’ın dükkânı, Güneş Partisi, Ocakçı Ali, Uğur Uzun… Hemen karşıda muhtarlık (muhtar Şevket Erkoç), Sütçüoğullarının Esnaflar Odası ve Türk Hava Kurumu. Küçücük bir çocuk olan Cumhur’un hafızasına kazınan bir anısı ise limonata tepsisiyle bu ikinci kata çıktığı gündür:

“Ocakçı Ali abinin yanında çalışan işçi gelmeyince ‘Cumhur bana yardım etsin’ dedi babama. Yaşım küçüktü ama sorumluluk da vardı. Altı bardak limonata dolu tepsiyi merdivenlerden çıkarıp Esnaflar Odası’na götürmüştüm. Bunu başarmak beni çok sevindirmişti.”

1973’te Ali Öztürk ve oğlu Cumhur, Kazım Karabekir Caddesi’ndeki Belediye dükkânlarına taşınır. Burada uzun yıllar baba-oğul omuz omuza çalışırlar. Cumhur, Kıbrıs çıkarması yıllarında dükkân lambalarının maviye boyanışını hâlâ hatırlıyor.

Zaman değişti, konfeksiyon çoğaldı. Cumhur Öztürk bugün hâlâ dükkânında ama işin rengi farklı:

O dönemlerde konfeksiyonlar bu kadar yaygın değildir. Terzilik, itibarlı bir meslektir. Bayram, düğün, özel gün demeden geç saatlere kadar çalışan terziler, çıraklar yetiştirir, mesleği kuşaktan kuşağa aktarır. Cumhur Öztürk de dört çırak yetiştirir; hepsi mesleklerinden emekli olurlar.

Bugün ise işler değişmiştir. “Artık sadece pantolon paçaları yapıyoruz,” diyor. “Konfeksiyon mallarında paçalar birbirine uymuyor bile, kayıtsız kalamıyor ve düzeltiyorum bu paçaları. Allahtan dükkân kendimin, emeklim var yoksa çoktan kapatırdım. Bazen soruyorum kendime, niye kapatmıyorsun? Ama çarşı esnafı olmak, alıştığın hayatla bütünleşmektir. Her gün sabah saatlerinden itibaren burada toplanıyoruz, kimi zaman ülkeyi kurtarıyoruz, kimi zaman kaybettiklerimizi anıyoruz. Ben bu havayı bırakmam.”

Cumhur Öztürk, babasının mesleğe bakışını hâlâ kendine ilke edinmiş..

“Babam kumaş atmasın diye bir dikişin üzerinden beş kere geçerdi. Ben, ‘Bir kere geç yeter’ dediğimde, ‘Bu dikişin hakkı beştir, ben bu mesleği sürdürdüğüm sürece böyle olacak’ derdi. Ben de bu mirası yaşatıyorum. Ustam özenliydi, gerçek bir ustaydı.”

AVM’lerin merkezinde yan yana dizilmiş, mis kokulu dükkânların tezgâh arkasında robotik çalışanların hâkim olduğu bir ortam mı, yoksa çarşının sokak aralarına saklanmış ruhu olan dükkânlar mı? Bana sorarsanız ben her zaman çarşının sıcaklığını, samimiyetini tercih ederim. Çünkü burada esnaflar birbirinin yalnızca komşusu değil, aynı zamanda can dostu, kardeşidir.

Cumhur Öztürk’ün terzi dükkânında bu ruhu bir kez daha yaşadım. Sohbet ilerledikçe küçücük dükkân dostlarla, dostlukla doldu taştı; kahkahalar arasında çarşının eski emektarları anıldı. Ben de onları yüzümde bir tebessümle arkada bırakıp, yeni bir esnafla görüşmek üzere yoluma devam ettim.

 

Buket Işıkdoğan Köse

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu