Zeynep Oktay ve ilk şiir kitabı “Birlerken”
Günümüzde kitapçılara baktığımızda karşımıza en çok yayınlanan edebi tür şiir oluyor ve çoğunlukla “ilk şiir kitabı” olan bu şiir kitaplarının arasında daha yolun başında olan şairlerin yanı sıra ilk şiir kitabında kendi sesini bulabilen şairler de göze çarpıyor.
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olan, ayrıca Tasavvuf ve Alevi-Bektaşi üzerine araştırmalar yapan, bu doğrultuda şiirler yazan; 2024’ün başlarında yayınlanan; geçtiğimiz günlerde de ikinci baskıya ulaşan ilk şiir kitabı “Birlerken”i Epona Kitap etiketiyle, yayınevinin şiir dizisi Terrarium serisi kapsamında okurlarla buluşturan Zeynep Oktay ile Merhaba dergisi için şiir kitabını, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Şiir, üniversite döneminizde sizin için var mıydı yoksa sonradan mı sizin için bir renk haline geldi?
Lisans eğitimimi Dartmouth College’da Karşılaştırma Edebiyat bölümünde tamamladım. O dönemde Fransız ve İngiliz Edebiyatı okudum, Fransız şiirine özellikle bir mesai ayırdım. Daha ziyade Fransız Edebiyatı daha çok ilgimi çekiyordu. Modern şiir ile ondan sonra profesyonel bir ilişkim olmadı. Fakat sonra yüksek lisans için Boğaziçi Üniversitesi’nde, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitimime devam ederken hep pre-modern şiir, yani klasik şiir ve daha sonra halk şiiri çalıştım. Ama modern şiir okumaya da devam ettim tabii. Boğaziçi’nde Olcay Akyıldız’dan o zaman Modern Türk şiiri dersi almıştım. Aslında başa dönersek lisede de ben şiir seviyordum. Herkes lisede şiir yazıyordu, ben de yazıyordum tabii!
Bu bağlamda şiirlerinizi gönderdiğiniz dergiler, kolektif kitaplar oldu mu?
Hiç olmadı. “Yeni Yazı” dergisine Fransızcadan birkaç şiir çevirisi yapmıştım. Açıkçası şu an baktığımda 20’lerimde yazdığım şiirler için “olmuş” diyemiyorum. Gönderebilecek bir özgüvenim de yoktu aslında. Sonra da şiir yazmaya bayağı bir ara verdim. Sonra baktım, yazmaya başladıktan sonra böyle bir dosyaya dönüştüğü noktada da olaya bir ilk şiir kitabı olarak bakmak istedim. Benim için de beklenmedik bir durum oldu.
Fransız şiirinin o yapısı, imgeleri size şiir anlamında neler kattı?
Mutlaka etkisi olmuştur ama nasıl bir etkisi olduğunu net bir şekilde söyleyemiyorum. Ama tabii ki çok belirleyici oldu. Mesela üniversitedeyken Rimbaud ve Baudelaire şiirlerini ezberliyordum. Belki imgesel ve kapalı bir şiir yazdığımı söyleyenler olabilir ama kendi şiirimi o kadar da kapalı bir şiir olarak değerlendirmiyorum. Doğal olarak Fransız şiirinden ilham aldığım bir gerçek ama imge dünyamı Fransız şiirinin oluşturduğunu düşünmüyorum. Şiirimdeki imgeleri Tasavvuf, halk şiiri, Alevilik oluşturdu ağırlıkla. Bunun dışında tabii referans verdiğim yazarlar da oldu. Şule Gürbüz, Edith Wharton, Ahmet Hamdi Tanpınar… Bunlar da böyle bir şekilde kendiliğinden gelip oraya yerleşen dizeler oluyor genelde. Tabii Tanpınar referansı bütün bir şiir kapsıyor da.
Kitabın oluşum süreci nasıl gelişti?
Açıkçası bir kitaba dönüşeceği dosyayı yarıladığımda belli oldu. Bir şekilde bütünlüklü bir derdim vardı ve bir estetik ve tematik bütünlük olduğunu fark ettiğim noktada kitaplaşacağını görmüş oldum.
Birlerken, ilginç bir kitap ismi… Belkıs şiirinizde de “Birlemek” geçiyor.
Aslında kitabın ismi Belkıs şiirinden önce belli oldu. Kitaba almadığım şiirlerimden birinin adıydı “Birlerken”. Sonra kitabın adı olmasına karar verdim. Belkıs şiirini dosyaya yönelik çalışmaya başladıktan sonra yazdım. Mesela kitabın adına karar verdikten sonra bir şiirde de birlemek fiili geçsin gibi bir fikrim olmadı. Ama bir şekilde o şiirde o geldi ve ilginç bir şekilde, benim en sevdiğim şiirlerden biri o kitaptaki. Bazı şiirleri bir okuduğumda seviyorum, bir sonrakinde sevmiyorum, sonra bir sonrakinde tekrar seviyorum. Ama bu şiir böyle tutarlı bir şekilde her seferinde sevdiğim bir şiir. O yüzden de ilginç bir şey. Yani bu kadar yakın hissettiğim bir şiirin birlemek fiilinin geçtiği şiir olması önemli. Şimdi akış anında o şiirin ortaya çıkış anında rastlantısal gibi dursa da rastlantısal olduğunu düşünmüyorum.
Peki birlemek kelimesini, buradaki anlamını nasıl tanımlarsınız? Birlemek hangi anlama gelir?
Birlemeyi şöyle anlatayım. Aslında benim için bu kitap sağaltıcı, şifa veren bir eylem oldu. Ama orada ilginç bir şey var. Kitabı yazma eylemi mi şifalandırıyor yoksa zaten şifalandığım için mi bu kitap yazılabilir oluyor? O sıralama konusunda net değilim. Çünkü geçtiğimiz haftalarda 40 yaşına girdim. Hayatıma bütünlüklü bir şekilde bakabildiğim bir dönemdeyim. Ömür diye bir şey var bence artık benim için, zaten çok geçiyor bu arada ömür kelimesi kitapta. Ömür sanki bana şunun gibi geliyor: Gerçekten asla unutamayacağınızı düşündüğünüz şeylerin çok eski bir geçmişi imlediği ve nostaljiyle hatırlandığı yerde bence hayat ömür oluyor. Benim en büyük hayallerimden biri otobiyografimi yazmak bir gün. Bilmiyorum olur mu olmaz mı, ama bu bir tarafıyla da çok otobiyografik bir metin bu ve bana dair çok şey var. Tabii ki şiir formunda, hani motamot alınacak şekilde değil ama Zeynep olmanın duygusu var. Zeynep olmanın hafızası var ve o hafızanın bütün yanıltıcılığı ve eksikliğiyle ve parçalılığıyla. Belki o anlamda şiir her ne kadar kişinin kendi hikayesini yazması için çok ideal bir form olmasa da hafızanın yapısını taşıması bakımından, hatırlama eyleminin kusurluğunu ve örtüklüğünü taşıması bakımından aslında rüyaya benziyor. Rüyalarımızı hatırlar gibi geçmişi hatırlamaya çok yakın bir form, yine ömür denen şeye bağlanıyor bu. Çünkü işte bir şey eskidikçe, ömrümüzde çok daha eski bir şeyleri hatırlamaya başladıkça onları hatırlayış tarzımız rüyalarımızı hatırlayışımıza benziyor. Bir sis perdesinin arkasından hatırlarız ya hani, öyle bir şey.
Birlemeye geri dönersek, tabii ki bu Yunus’tan aldığım bir fiil ve eski Anadolu Türkçesinden aldığım bir fiil, tevhidiin yerel dildeki karşılığı. Tanrı’yla kurduğum ilişkiyi de kitapta önemli bir yer taşıyor. Tanrı’yla kurduğum ilişkiyle, kendimle ve ömrümle kurduğum ilişki arasındaki bağı aslında anlatıyor belki birlemek. Yunus’un şiirinde de kullandığı bir tabir aslında birlemek. Eski Anadolu Türkçesinde zaten birçok metinde, mesnevilerde de karşımıza çıkan bir fiil birlemek. Allah’ı birliyoruz. Yani Allah’ın birliğini dillendiriyoruz. Allah’ın birliğine şahit olmakla, kişinin kendi varlığına şahit olması, kendi ömrüne şahit olması, günümüz diliyle tanık olması arasındaki rabıta çok ilginç. Tasavvufta, üzerine çalıştığım sufilerde bu çok önemli bir öğreti. “Kendini bilen Rabbini bilir” sözünü böyle bir yerden okursak, öznenin kendini temaşa ettiği yerin Allah’ı temaşa etmesi için bir alan açtığını, çünkü kâinatı temaşa etmesi için bir alan açtığını söyleyebiliriz ve bunun sebebi de özne olmak.
Dünya üzerinde bir eylemlilikten bahsediyorsak, bir faillikten bahsediyorsak dünya üzerinde, kişinin failliğinin kendi üzerinde, kendisinden başlaması gerektiğine etik manada özellikle çok inanıyorum. Yani şu anlamda söylüyorum.. Kendini dönüştürme üzerine kurulu bir eylem olarak dünyayı dönüştürme arzu ve niyeti. Buna çok inanıyorum. Bu zaten kendiliğinden de olan bir şey. Yani insan kendini dönüştürdüğünde dünyayı dönüştürüyor zaten ve kendini tanıdığında da dünyayı tanıyor. Kendini tanımadan dünyayı tanımak çok zor. Dünyayı tanımadan da kendini tanımak çok zor. Demek ki bilme denen şeyin ne olduğuna dair bir tefekkür de var burada. Kendini bilme çabasının kendi ömrüne dönüp cesaretle bakma çabasına dönüştüğü yer kutsal bir tecrübe benim için. Yani kendi hayatımla, kendi ömrümle, bütün çıplaklığıyla baş başa kalmak benim için kutsal bir tecrübe. Kendi kut anlayışımın ortaya çıktığı ve benim kendimi nasıl tanımladığımı belirleyen bir şey. O yüzden de bir tarafıyla bu benim için mesela kutsal bir eylemdi. Bu kitabı yazmak, basmak, üzerine konuşmak, kim olduğuma dair… Niye kut diyorum, niye kutsal diyorum? Çünkü gerçekten bugün yitirdiğimiz şeylerden biri bu, din içerisinde de. Kutu yitirme sadece sekülerleştik, kutu yitirdik anlamında değil. Dinin kendisinin ciddi bir kut yitimi içerisinde olduğunu çağda yaşıyoruz. Kutsal dememin sebebi şu, en mahrem şeydir aslında kutsalımız. Aile kutsaldır diyorlar ya mesela. Böyle dendiği zaman hiç hoşlanmıyoruz tabii. Ama kutsal öyle bir şey. O zaman ben benim için mahrem olan şeyi, en mahrem olan şeyi, kutsalımı ve özneliğimi burada üstü örtük bir şekilde kamulaştırmış oluyorum.
Bu arada kitabınızı babaannenize ithaf ediyorsunuz… Babaanneniz görebildi mi kitabınızı?
Hayır. Babaanneme ithaf etme hikâyem aslında çok ilginç. Şimdi bu kitabı ben kızıma hitap etmek istiyordum. İlk fikrim oydu. Kitap da bitme aşamasına geliyordu yavaş yavaş. Ben de annemin yazlığı var Bodrum’da, oradaydım. Öğle uykusunda uyuttum kızımı. Tam böyle sessizlikte öğle sıcağında odada rehavet içerisinde oturuyorum. Babaannem geldi aklıma. Uzun yıllardır Alzheimer ile mücadele ediyor ve bakımevinde yatıyordu. Tanımıyordu kimseyi. Beni tanıyordu ama. Ölene kadar hep tanıdı beni. Açıkçası benim de en büyük şansım odur. Neyse oturuyorum orada. Bir anda böyle dedim “Ben bu kitabı babaanneme ithaf etmek istiyorum!” Hayattaydı daha. İçime böyle bir his geldi. Çok iyi, güzel bir his. Birkaç saat sonra ölüm haberi geldi. Atladım tabii otobüse. Döndüm İstanbul’a. Ölüme tabii hazırlanmıştım doğal olarak. Ama… Bu kitabı ona hitap etmek benim için çok güzel oldu. Açıkçası gerçekten öleceğini hissettiğimi düşünüyorum. Sürekli bakımevinde yaşayan bir yakınınız olunca sorumluluğu da sizde değilse tabii ki aklınıza gelmediği oluyor. Bu durumda da babaannem sürekli gün içerisinde aklıma gelmiyordu. Bir anda aklıma o geldi. Bir anda bu duyguyla doldum. Belki benim için bir veda anıydı o. Her ne kadar öldüğünü görememiş olsam da. Bence o da çok mutlu olmuştur…
Epona Kitap ile yolunuz nasıl kesişti?
Yavuz Türk benim arkadaşım. Arkadaşım Yalçın Armağan -çok emeği var zaten kitapta- “Yavuz’un şiir kitapları Epona’dan yayınlanıyor. Belki sen de Epona’yı düşünebilirsin” dedi. Sonra Yavuz ile konuştum. Sonra işte bir şekilde dosyayı gönderdim. Tanışmıyorduk aslında Epona’nın sahibi Sedat Demir ile. Şimdi tabii güzel bir bağımız var. Zaman içinde kendisinin pek çok bilinen şairin ilk şiir dosyalarına da destek verdiğini öğrenince bana verdiği destekten dolayı ayrıca mutlu oldum.
Kapakta Mehmet Öğüt’ün Explosion adlı eseri var. Kendisiyle yollarınız nasıl kesişti?
Feshane’de bir sergide tesadüfen kendisinin eserini görmüş ve çok etkilenmiştim. Bu vesileyle yollarımız kesişti. Kendisi eserlerini ateş kullanarak, kağıt yakarak yapıyor. Sadece yanmış kağıttan oluşuyor o eser. Üst üste yanmış kağıtlar. Boya yok. Sadece ateş var. O da çok etkileyici tabii benim için. Özellikle ilk bölümün adının Pervane olduğu düşünüldüğünde ateşle ilişki bakımından da anlamlı oldu.
Birlerken ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
Güzel geri dönüşler aldım ve açıkçası bu geri dönüşler benim beklentilerimin üzerindeydi. İnsanların benim adıma heyecan duyması, mutlu olması ve benimle bu duyguyu paylaşması çok güzeldi. Bu sürecimi heyecanla paylaşan herkese gerçekten çok teşekkür ediyorum. Sonuçta yakın arkadaşlarıma bile açmadığım şeyler var burada. Duygularım var. Hayatımla ilgili şu oldu bu oldu diye anlattığım şeylerde bile onun bize tam olarak ne hissettirdiğini aktarmıyoruz çoğu zaman. Doğrudan saf duygu halinde hayatının ve Zeynep’in kim olduğunun böyle resmini çizip insanlar önüne verince “Demek ki Zeynep böyle biriymiş” dediler ya da Zeynep’i daha derin tanıma olanağı için aslında insanların önünde bir alan açıldı. Bunun ötesinde hiç tanımadığım insanlardan bana ulaşıp kitabımı sevdiğini ya da Youtube’dan görüp kitabımı aldığını söyleyenler oluyor. Bunun gibi şeyler beni çok mutlu ediyor. Hiç tanımadığım ve kitapla nereden yolunun kesiştiğini bilmediğim biri mesela Instagram’da ya da X’te kitabımı paylaştığı zaman çok mutlu oluyorum. En önemlisi insanlar kendilerine dair bir şey buldukları zaman çok mutlu oluyorum. Bir edebiyat tarihçisi olarak tabii ki edebiyat tarihçilerinin ve eleştirmenlerinin bilimsel perspektiften kitabıma yaklaşması beni çok mutlu eder. Ama daha kişisel bir yerden kendi hikayesine dair bir şey hissedebilen birileri olması belki beni daha da mutlu eder.
Zeynep Oktay şiirini bir kelime ya da bir cümle ile tanımlasanız nasıl tanımlanabilir?
Bir şahsi rüya gibi diyebilirim. Cesur bir şahsi yolculuk. Toparlarsam, cesaret ve rüyadan beslenen bir şahsi yolculuk olarak tanımlayabilirim.
Son olarak bu şiir kitabından sonra yine yazdığınız şiirler var mı ve bu şiirler bir ikinci şiir kitabına dönüşecek mi?
Yeni şiirler yazıyorum. Daha farklı, aslında tamamen farklı diyemesem de ilk şiir dosyama göre farklı şiirler yazıyorum. Çünkü “Birlerken” biraz öfkeli, biraz hırçın bir şiir kitabı bana göre. Daha az hırçın yeni şiirlerim. Yeni şiirlerimi daha mutlu, sakin ve huzurlu olarak tanımlayabilirim.

Zeynep Oktay’a bu güzel röportaj için teşekkür ederim. “Birlerken”i tüm kitapçılarda bulabilirsiniz.
Emre Siyahoğlu




