Cumhuriyet Her Şey

 

Sümer ve Hitit kültürlerinin en önemli araştırmacılarından biri.  Şapkasıyla, takılarıyla, rujuyla, makyajıyla, bakımlı tırnaklarıyla, asaletiyle, bilgisiyle ve sempatikliğiyle her zaman büyüleyici. Muazzez İlmiye Çığ ile Mersin’deki evinde bir araya geldik. 

“Cumhuriyetimiz ile başlayalım dilerseniz”

Kurtuluş savaşı bütün dehşeti ile etrafımızı sarmışken ben 6 yaşlarında idim. Çocuk olarak başımıza gelenlerin ne olduğunu idrak edemiyorduk ama büyük zorluklar ve yokluklar içinde olduğumuzun farkındaydık. Vatanı kurtarmak için etrafımızdaki herkes seferber idi. Bir ara ben hastalanmıştım. Bana iyileşmem için zar zor bulabildikleri süt içiriyorlardı. Kardeşlerime yoktu. Ortanca kardeşim, “Keşke bende hasta olsam da bana da süt verseler” diye dua edermiş. O zamanlar Bilecik’in kazası Pazarcık’ta babam öğretmendi. 1. İnönü savaşında Yunan askerleri bozguna uğratılmış, kaçarlarken bizim sokaklardan geçiyorlardı. Gıcır gıcır çizmeleri beni çok etkilemişti. Etrafımız onların bıraktıkları boş konserve kutusu tarlalarına dönmüştü. Oysa bizim Mehmetçik’lerimizin ayaklarında postal yerine eski yırtık pırtık çarıklar, midelerinde yalnız halkın tahta sandıklar içinde gönderebildiği bulgur pilavı vardı.

“Zor günler..”

Hem de nasıl. Mucizevi bir şekilde yoksunluklar içinde, büyük fedakarlıklarla kazanılan Kurtuluş Savaşımızdan sonra herkesi bir çoşku, bir heyecan, bir umut sarmıştı…Ve, umutlar boşa çıkmadı. Çünkü, 3 sene sonra 1923 de ülkemiz yalnız dış düşmanlardan kurtulmuş değil, asırlarca bu memleketi sömürmüş, geri kalmasına sebep olmuş, daha da korkuncu düşmanlarla birleşmiş hainlerden de kurtulmuştu. 29 Ekim de resmen “Türkiye Cumhuriyeti” olmak çağdaş medeniyetler seviyesine atılan büyük bir adımdı. Cumhuriyetin kuruluşunun 10. Yılı’nda Eskişehir’de öğretmendim. Elimde keman, arkamda öğrencilerim 10. Yıl Marşı’nı söyleyerek, halkın alkışları, sevgi gösterileri arasında sokakları inleterek kutladık. Ne muhteşem bir gündü… arkasından ne harika günler gördük. Balolar veriliyor, tiyatrolar, sinemalar şehrimize geliyordu. Kadın erken ayrımı olmadan hep birlikte eğleniyorduk. Kadınlar siyah çarşaflardan kurtulmuş, erkekler modern giysilerinin içinde, ülkemiz bir başka havaya bürünmüştü.

“Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde eğitim almaya nasıl karar verdiniz?”

Sümeroloji’yi seçtiğim için çok mutluyum. Bana yepyeni bir dünya verdi. Bu bakımdan son derece mutluyum. Üstelik de Atatürk’ün arzu ettiği bir şeyi meydana çıkardığım için de çok mutluyum. Eskişehir’de öğretmenken Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi açılmıştı. Rahmetli Babam, “Fakülte açılmış gitmek ister misin?” dedi. Biz o zaman muhaciriz, yeni gelmişiz, ev sahibi olmuşuz. Maaşım aileye gidiyor -bizim zamanımızda öyleydi çocuklar maaşı alır almaz aileye verirdi – ben de “Fakülteye gidersem babam ne olacak, yazık o da öğretmen.” diye düşündüm. Çünkü onun da maaşı azdı. Bu nedenle bir türlü karar veremedim. Arkadaşım Hatice Kızılyay, “Öğretmenler her ihtimale karşı Ankara’ya gidip kaydoluyorlar belki gideriz diye.” dedi. Ben de orada yatılı imkan bulursam gidebileceğimi söyledim. Karar verdikten sonra annemden yatak, yorgan hazırlamasını istedim. Sonra iki kız kalktık gittik. O zamanlarda iki kız düşünün. Doğru dürüst para yok, Hatice’nin bir dul annesi var, babası şehitti.

“Sümeroloji alanında çalışmalar yapmaya devam ediyor musunuz?”

Artık çalışamıyorum ama çıkan kitapları takip ediyorum. Gelen kitaplar oluyor onlara bakıyorum. Sümeroloji üzerine şu an burada da dışarıda da çalışan pek yok. Sümerolojiyi bizdeki gibi, bizim memleketteki gibi bilen dünyada yok. Dış ülkelerde halka dönük kitaplar yok, yapmadılar. Neden? “Tarih Sümer’de Başlar” adlı kitap var. Bütün kültür, Sümer’den başladı. Avrupa, Batı, bütün kültürünün anasını Yunanlılarda buluyordu. Bugün bütün kültürün anasının Sümerliler olduğu ortaya çıktı. Bunu değiştirmeleri çok zor, çünkü uzun yıllardan beri hep bu yazılmış. Bunun için Sümerliler hakkında bilen bizim memleketteki kadar kimse yok.

“Sümeroloji alanında tanınmak nasıl hissettiriyor?”

Eskiden neysem şimdi öyleyim. Bunları öğrendim, bildim, yaptım diye kendimi özel hissetmiyorum. Yalnız, kitaplarımın okunduğunu, ilgi gösterildiğini görünce mutlu oluyorum. Yoksa, “Ben bunları yaptım.” diyerek gururlanmak ayıp şeylerdir.

“Sizin için birçok kişi “Sümer Kraliçesi” olarak söz ediyor”

Birileri taktı o lakabı, ben kraliçe falan değilim. Benim yükseklerde gözüm yok, hiç olmadı da.

“İstanbul’daki evinizi bırakıp Mersin’de yaşamaya karar verdiniz. Kararınızdan memnun musunuz?”

Mersin çok hoşuma gitti, havası, konumu güzel. Bir apartmanda yaşayacak olsak gelmezdim. Yazlığa tatil için gelmiştik. Birkaç ay sonra kızıma “Ben buradan gitmeyeceğim.” dedim. O da “Anne ben de gitmeyeceğim.” dedi. Böylelikle yıllardır burada yaşıyoruz. Kararımdan çok memnunum. Gelenim gidenim oluyor, üniversite öğrencileri geliyor. İnternetten konuşmalar yapıyoruz, boş durmuyoruz.

“Kitaplarla büyüyen, birçok yazılı esere imza atan biri olarak teknolojiye uyum sağlayabildiniz mi?”

Ben başından itibaren teknolojiye alışkın bir insanım. Öğretmenlik yaparken çocuklara kerrat cetveli öğretmek için elektrikli bir tablo yaptım. Doğru bastıkları zaman lamba yanıyordu. 20 yaşımdayken yapmıştım bunu. Çocuklara telgrafı anlatmak için de sınıfta telgraf aleti yaptım. Bunu öğretmenlerde hiç görmedim. Seneler evvel bunları yaptım. Ben teknolojiye aşinayım. Kerrat cetvelini anlattığım bir arkadaşım “Sen bilgisayarın alasını yapmışsın.” demişti, doğru. Bunlar 1933-1934 yıllarındaydı. Bilgisayar çıkar çıkmaz bilgisayarlı daktilo aldım, bilgisayar da aldık. Sonrasında bütün kitaplarımı bilgisayarla yazdım.

“Mustafa Kemal Atatürk’ün sizin için en önemli yönü nedir?”

Atatürk, “Benim güzel halkıma Türk olduklarını öğretmem ve Türklüğün ne derece yüksek olduğunu göstermem lazım.” diyordu. Bunun için ne yapılacak? Atatürk, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni açıyor. Bu fakülte Türk dili, tarihi, kültürü nereye kadar gidiyor diye araştıracak, öğrenecek uzmanlar yetiştirmek içindi. Fakültenin bütün gayesi buydu. Sonradan Siyasal Bilgiler falan diyen oldu ama öyle değil. Bunu kafalara sokmak istiyorum, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi yalnız Türk dili, tarihi, kültürünü öğretmek için bir kadro, insan yetiştirmek içindi. Bu çocuklar Türklerin kim olduğunu nereden öğreneceklerdi? Türklerin münasebeti olan bütün milletleri kaynaklarından öğreneceklerdi. En çok Çinlilerle beraber olmuşlar, bir hükümet kurmuşlar. Hindistan’da beraber olmuşlar, bir hükümet kurmuşlar. Türklerin, Ruslarla, Araplarla, Yunanlılarla, Macarlarla bütün bu milletlerle münasebeti olmuş. Bütün bu kaynaklar fakülteye konuldu. Böylece Atatürk kültüre çok önemli katkı sunmuş oldu.”

Narin Kazak

(Röportajın tamamı Merhaba Dergisi’nin Ekim 2022 sayısında yayınlanmıştır)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu