Evrenin lanetlenmiş kahinleri
Ülke gündemi öyle yoruyor ki artık, sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da eziyor.
Her gün yeni bir acı, her sabah başka bir sancı.
Cehennem dedikleri şey belki de budur. Yanmak değil, yavaş yavaş tükenmek.
Elbette yaşıyoruz ama buna yaşamak denirse…
Ot değiliz ki, kök salıp susalım.
Taş değiliz ki, üstümüzden geçsinler de aldırmayalım.
Ama insanız işte. Bazen nefes alacak başka bir evren arıyoruz.
Gençlik yıllarımda gözlerimi iki aykırı yazara çevirmiştim. Onlar, akademinin steril duvarlarına çentikler atan iki uslanmaz isyankardı.
Ezber bozan, aklın sınırlarını zorlayan, evreni yeniden haritalayan kelime simyacıları. Zecharia Sitchin ve Immanuel Velikovsky.
Sitchin, Sümer tabletlerinde yalnızca tanrıları değil, göksel mühendisleri arıyordu. Onun için kutsal metinler bir vahiy değil, yıldızlararası bir protokoldü. “Tanrılar” dediklerimiz, aslında gökten inen Anunnaki’lerdi. Laboratuvarlarında genetik kodlarla oynayan kadim misafirler. İnsanı topraktan değil, tüpten var etmişlerdi. Ve bir gün, Nibiru adı verilen kayıp gezegen yeniden semayı yaracak, o tanrılar dönecekti. Sitchin’in evreni, Galileo’nun teleskobundan değil, bir kozmik arşivin tozlu çekmecelerinden okunuyordu. Onun gözünde Sümer rahipleri birer kâhin değil, bilgi taşıyıcısıydı. Gökyüzü ise geçmişin kara kutusu…
Velikovsky ise başka bir şiirin peygamberiydi. Onun evreni ne düzenliydi, ne dingin. Tanrılar değil, gezegenler konuşurdu. Venüs, zamanın birinde bir kuyrukluyıldızdı. Güneş sistemimize dalmış, dengesini yitirmişti. Onun yakın geçişiyle yerin sarsıldığını, denizlerin yarıldığını, tufanların, veba ve karanlıkların mit değil göksel travmalar olduğunu söylüyordu. Musa’nın bastonuyla yarmadığı o deniz, aslında kozmik bir titreşimin açtığı yarıktı. Velikovsky’nin kitapları, mitolojiyi efsane değil, kayıp tarih olarak okuma teklifiydi. O, insan hafızasını bir deprem haritası gibi görüyordu. Her masal, bir çöküşün yankısıydı.
Ve ikisi de dışlandı. Bilim kurulları, laboratuvarlar, akademik kürsüler bu iki hayalperesti soğuk bir sessizlikle karşıladı. Çünkü bilim, bazen inançtan daha muhafazakâr olabiliyor. Çünkü bazı sorular, cevabından daha tehlikelidir!
Ama onlar sokak kitapçılarında, garaj raflarında, meraklı zihinlerin çatı katlarında yaşamaya devam ediyor. Çünkü insan bazen gerçeği teleskopta değil, masalda bulur. Ve bazı kitaplar, yıldızlarla yazılır.
Belki de Borges’in dediği gibi, “Evren bir kütüphanedir.”
Ve Sitchin ile Velikovsky, sadece başka bir rafın, başka bir kitabını okuyorlardı.
Yıllar sonra bu iki aykırıyı yeniden okuyorum. Onları her okuduğumda Kul Nesimi’nin mısraları çınlıyor kulağımda.
“Gâh çıkarım gökyüzüne
seyrederim âlemi,
Gâh inerim yeryüzüne
seyreder âlem beni.”
Bazıları göğe çıkmak için roket beklemez. Onlar, kitaplarla uçar. Ve bazen, o kitaplar yere çakılmış yıldızlardır.
Sedat Kaya




