Ölüm hep bize mi düşer Usta?
Bu ülkede gazeteci olmak, her sabah evden çıkarken vedalaşmadan gitmemektir.
Bir fotoğraf makinesiyle değil, kefenle işe gitmektir.
Çünkü burada haber, sadece yazılmaz, bedeniyle ödenir.
Uğur Mumcu’nun kaleminden dökülen mürekkep daha kurumadan, sokak ortasında vuruldu Musa Anter.
Bir “Ape Musa” vardı Diyarbakır’da, kelimeleri Kürtçe, yüreği Anadolu kadimiydi.
“Ben barışı yazıyorum” demişti. Onu da barışa hasret vurdular.
Ardından Metin Göktepe geldi. Bir gazete kartı, bir kamera, bir beden…Eyüp Spor Salonu’nda dayakla öldürüldü.
Polis tutanaklarına “merdivenden düştü” diye geçti. Ama halkın vicdanına “hakikat uğruna can verdi” diye kazındı.
Yıllar geçti, Cihan Hayırsevener Bandırma’da sokağın ortasında susturuldu. Bir yerel gazetenin “fazla doğru” haberleri bazılarını rahatsız etmişti. Oysa o, sadece adını doğru yazmak istemişti tarihin.
Sonra Hrant Dink…
“Bu ülkenin Ermenisiyim, bu toprağın çocuğuyum” diyordu. Agos’un önünde yere düştü. Ama sesi hala Şişli sokaklarında yankılanıyor.
“Bir güvercin tedirginliğiyle yaşıyorum” demişti. O günden beri güvercin kanatlarıyla yas tutuyor insanlık.
Bir kış günü kar topu düştü, bir bıçak saplandı. Nuh Köklü öldürüldü. Bir habercinin ölümü bile absürd bir haberdi artık.Bu ülke, kar topunu bile kana bulayabiliyordu.
Cizre’de, savaşın ortasında Rohat Aktaş, mikrofonunu bırakmadı.
“Gerçeği anlatmak suçsa, suçluyum” diyordu.Bodrumlarda sıkışan seslerin arasında can verdi.
Ama kalemini düşürmedi.Öyle buldular.
Ve şimdi Hakan Tosun..
Bağımsız bir gazeteci, ekranı değil, doğayı, yaşamı gözeten bir adam. Gezi’den Samandağ’a, işçi grevlerinden Akbelen’e kadar her yerdeydi. Bir gece eve dönemedi, sabah “beyin ölümü gerçekleşti” dendi.
Bu ülkenin hafızasında yine aynı soru yankılandı. “Yine mi bir gazeteci?”
Hakan Tosun ölürken bile yaşatmayı seçti. Organlarını bağışladı. Bir kalp, başka bir bedende yeniden atacak.
Bir çift göz, başka bir insanın dünyasını görecek. Bir karaciğer, bir böbrek, bir hayat…
Hakan Tosun’un direnişi, bu kez damarlarla sürecek. Belki de o yüzden, bazı ölümler “son” değil, “devam”dır.
Bazı insanlar, sessizlikleriyle bile çoğalır. Gazeteciler bazen haberle değil, hayatla anlatır gerçeği.
Hakan Tosun’un hikayesi de tam olarak bu. Bir yaşamı savunmanın, ölümden güçlü olduğunu kanıtlayan bir hikaye.
90’lı yıllarda adını bilmediğimiz onlarca Kürt gazeteci katledildi bu topraklarda. Tek sütun haber olmadı.
Ne diyordu şair ; Ölüm hep bize mi düşer Usta?
Biz mi çok konuşuyoruz, yoksa onlar mı çok korkuyor?
Bir haberin doğrusu bu kadar mı pahalı olur?
Bir ülke, hakikatin bedelini hep gazetecisinden mi alır?
Bu topraklarda basın özgürlüğü bir masal gibi anlatılıyor artık. Her 24 Temmuz’da birkaç cümle, birkaç açıklama…
Ama o açıklamaları yapanlar bile biliyor ki kalem, artık sadece yazmak için değil, direnmek için tutuluyor.
Öldüre öldüre bitiremiyorlar.
Çünkü bildiği için öldürülüyor gazeteciler.
Ama fikirleriyle yaşıyorlar da.
Sedat Kaya