Sen neredeysen oraya

“içimin postasında mayalanan

  her mektubumda

  güzelliğine güzellik kattım

  böylece dayandım

  ayrı düşmemize…”

                       (Nihat Ziyalan)

 

İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenimiz Behçet Necatigil’den bir şiirini dinleyinceye değin,Nihat Ziyalan benim için sadece bir sinema oyuncusuydu.

Bunu hocaya söylediğimde de, “oyunculuğundan öte iyi şairdir…” demişti.

Demek şiiriyle tanışmamdan bu yana 56 yıl geçmiş…

(1957’de Adana Belediye Tiyatrosu ile başlayan oyunculuğu,Ankara Sanat Tiyatrosu’nda devam etti. Çocukluk arkadaşı,can dostu Yılmaz Güney’le 1967’de adım attığı Yeşilçam’da da 150’ye yakın filmde rol aldı. Kendi tanımlamasıyla,Türk sinemasının içine düştüğü kriz nedeniyle 1980’de Sydney’e göçtü.)

Geçtiğimiz aylarda  ‘Veyayınevi’nin bastığı son şiir kitabı “Sen Neredeysen Oraya”nın imza günündeydik.

(Dokuz şiir kitabının yanında üç roman,üç de öykü kitabı var.)

1982’de biz de göçünce yolumuz Sydney’de çakıştı. 90’ların sonu,2000’lerin başında sanırım bir süre aynı gazetede de yazdık.

Açık sözcülüğünün yanında kişiliği ve duruşuna hep saygı duyduğum ve dostluğuyla onurlandığım 1936 doğumlu Nihat ağabey,pırıl pırıl hafızası,diri fiziği, üretkenliği ve yeni kitabıyla karşımızdaydı.

(Yıllar önce Fakir Baykurt Sydney’e geldiğinde,bir gezi sırasında,ikimiz önümüzde yürüyen Nihat Ziyalan’a yetişmeye çalışıyorduk.

Fakir Ağabey bana dönüp:

“Delikanlıyı görüyor musun, nasıl Adanalı Adanalı yürüyor” demişti.

Hala delikanlı…)

Şiir kitabının, ‘Duvarımda-Koleksiyonumdan’ başlıklı bölümünde; şairin dostu değerli ressamların evinin duvarlarında asılı resimlerine yazdığı şiirler yer alıyor.

Konuşmasının bir yerinde:

“Ben şiirimin,okuyucumun içindeki duyguların dışa vurulmasına yardımcı olmasını isterim.” deyince de kendi evimin duvarlarındaki resimler ve duygularımla şairimizin dizelerini örtüştürüverdim.

Evimin bir duvarında ,okyanus kıyısında ağaçlar altında,kullanılmaya kullanılmaya yıpranmış ve hala içine binilip denize açılınmasını bekleyen küskün bir sandal resmi var. Diğer duvarda da, deniz üzerinde bulutların aralığından sızan ışığa doğru uçan bir martı resmi…

Türkiye’ye gidemediğimiz dönemde astığım resimler, içim(iz)deki duyguyu yansıtıyordu.

Hasret içimizi yakıp kavurup dağlasa da…

Birgün mutlaka o sandala binilecek…

Birgün mutlaka anayurda doğru kanat çırpılacak…

O günlerde ne cep telefonu ne görüntülü görüşme…

Evde telefon da olmadığından sevdiklerimizi, 12 Eylül faşist cuntasının yanımıza gelmelerini önleyip,elinde rehin tuttuğu küçücük kızlarımızı telefonu olan komşuya çağırtıp seslerini duyabildiğimiz günler…İçimizdeki yoğun hasreti mektuplara yükleyip gönderdiğimiz günler…İşte o günlerde yaslandığım Nihat Ziyalan dizeleri:

yazdıklarımı

  gözyaşlarımla

  zarfladım

  kıyamam

  damlası düşsün

  istemem okyanusa

  üstümdeki gökyüzü

  parçasını

  pul diye yapıştırdım

  zarfa…”

 Yol uzak mı uzak…

 “okyanus var arada

  elbette yorulacak

  postada mektuplar…”

O zor günlerde kalbimin elektrik sistemi de bozuluverdi. Düzenli atıp kanı pompalayamıyor,sürekli elektrik akımına maruz kalan kapak ancak titreşerek kanı göndermeye çalışıyor. Doktorlar nedenini bulamadılar.

Doktorların veremediği yanıtı Nihat ağabeyin dizelerinde buldum:

“ ille ağlarken mi

  dökülür gözyaşı

  düşündükçe yurdumu

  yürek vuruşumun

  elektrik akımı

  kontak yapa yapa

  boşalmakta…”

Hala düzensiz atan kalple barışık yaşayıp gidiyoruz…

Nihat Ziyalan kitabını:“  Dostlarıma.. İyi ki varsınız…” diye imzalamış…

Sen de iyi ki varsın değerli ağabey…

Seneye 90. yaş gününü kutlayacağız.

Ne diyordun bir şiirinde?

“ yapacak çok işim var

   şunun şurasında

   bahara ne kaldı…”

Yazacak çok şiirin, basılacak çok kitabın var daha…

Sağlıklı ve çok yaşa…

Muammer Toprakçı

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu