Deprem gerçeği ile yaşamak

Ülke ve halk olarak çok büyük bir felaketi yaşadık. Ortaya çıkan bilanço henüz tam olarak net değil. Ama net olan ülkemizin, halkımızın ve insanımızın yaşadığı acılardı… Deprem bölgesinde yıkılan binalarla birlikte, aslında toplumca topyekûn yıkıldık, çöktük!.. Yaşanan acılar, hepimizi can evimizden vurdu!  

Ülkemizin deprem gerçeği

Hep yazılıp söyleniyor, hemen her depremde de yineleniyor; ülkemiz tam anlamıyla bir deprem ülkesi. Ancak bu gerçeği hep unutuyoruz. Yaşanan depremin üzerinden belli bir süre geçince, deprem konusunu adeta rafa kaldırıyoruz. Ülkemizin ve insanımızın gündeminden çıkarıyoruz.

Oysa deprem konusu, hiç unutulmaması ve hiç de gündemden düşürülmemesi gereken bir konu. Ülke ve halk olarak bu gerçeklikle yaşamayı bilmemiz ve öğrenmemiz gerekiyor. Tabi gerekli önlemleri alarak ve planlamaları yaparak!.. Yoksa, son deprem felaketinde olduğu gibi, çok büyük acılarla, zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşırız.

Deprem doğa olayı, ama!

Elbette deprem bir doğa olayı, engellenmesi mümkün değil. Ama bu bizi kaderciliğe sürüklememeli. Toplumca felaketlere, acılara baştan yenik düşmemeliyiz. Bunun yolu da öncelikle bu gerçekliği ülke gündeminin başat konularından biri olarak kabul etmekten geçiyor.

Bu gerçekliğe uygun önlemler alınmalı ve uzun erimli planlar yapılmalıdır. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler başta olmak üzere, tüm kamu kurum ve kuruluşları bu konularda ortaklaşmalı ve iş birliği yapmalıdır. Son depremde yaşananlar, hepimiz için ama en başta da yönetim sorumluluğu taşıyanlar için tam anlamıyla bir ders olmalıdır. Bilimin ve bilim insanlarının uyarılarına / önerilerine kulak verilmelidir.

Deprem öncesi ve sonrası

Deprem, ne zaman ve nerede olacağı belli olmayan, belki bir anlık bir olay. Ama bunun bir öncesi ve sonrası var. Deprem konusunda, toplumca uzun erimli bir eğitim, bilinçlenme ve hazırlık gerekiyor.

Deprem konusunda yapılan kamuoyu araştırmaları, ülkemizin böylesi büyük depremlere hazırlıklı olmadığını ortaya koyuyor. Örneğin NG Araştırma’nın yaptığı son kamuyu araştırmasında, katılımcıların yüzde 59’u büyük bir deprem için gerekli önlemlerin alınmadığını düşünürken, yüzde 36’sı kısmen alındığını düşünüyor. Gerekli önlemlerin alındığını düşünenlerin oranı ise yalnızca yüzde 5’te kalıyor. Elbette deprem sonrası içinde çok ciddi ve uygulanabilir senaryoların hazırlanması gerekiyor.

Kent ve yapılaşma yanlışlıkları

Bir de konunun kentleşme ve yapılaşma ile doğrudan ilgili boyutları var. Kentleşme, kentsel yenilenme ve yapılaşma gerçekleştirilirken mutlaka deprem gerçeğine uygun hareket edilmesi gerekiyor. Oysa ülkemizde bunlar yapılacağına, tam tersine sıkça imar afları çıkarılıyor. Bu yanlışlık ve hatalar da ister istemez depremle ilgili riskleri ve olumsuzlukları artırıyor.

Oysa her türlü kentsel yerleşimde ve yapılaşmada, deprem gerçekliğine uygun olarak davranılması gerekiyor. Bu konuda bilim insanlarının uyarılarına yeterince dikkat etmiyor ve değer vermiyoruz. Kaderciliği yaşam biçimine dönüştürüyoruz. Kentleşmede ve yapılaşmada önemli yanlışlıklar yapılıyor. Çoğunlukla ilgililer ve yetkililer de bu keşmekeşe ve aldırmazlığa göz yumuyorlar, sessiz kalıyorlar. Yaşadığımız son deprem felaketinden gereken derslerin mutlaka çıkarılıp, bu yanlışlıkların hızla aşılması gerekiyor.

Deprem anılarımız

Pek çok insanımızda olduğu gibi, depremin bizim anılarımızda da derin izleri var… Deprem anılarımızı yoklayıp anımsayınca, geçmişte yaşadıklarımız adeta birer fotoğraf karesi olup belleğimize ve yüreğimize düşüyor!..

Depremle ilgili ilk acı anımız, doğup büyüdüğümüz ve ilk çocukluk-gençlik yıllarımızı geçirdiğimiz Alaşehir’de yaşanan depremdi. Yıl 1969’du ve henüz ortaokul öğrencisiydik. Gece yarısı uykumuzda bizi yakalayan depremi ve ilk şoku atlatıp kendimizi sokağa atınca gördüğümüz kara gri toz bulutunu hiç unutamıyoruz. Uzun süre nefes almakta bile zorlanmıştık. Sokağımızda yıkılan evler vardı ve ölen komşularımız olmuştu. 17 Ağustos 1999 depremine de yine Alaşehir’de yakalanmıştık. Üzüm zamanıydı ve biz rahmetli annemizle bağ evindeydik. Depremin merkez üssüne çok uzakta olmamıza rağmen, o deprem ve sonrasında yaşananlar da belleğimizde derin izler bıraktı. Yakında yaşadığımız Bayraklı merkezli İzmir depreminde de Karşıyaka’daki evimizdeydik. Depremin tehlikesini alabildiğine hissettik ve yaşadık…

Dayanışma ve yaraları sarmak

Deprem acısını daha yakın bir zamanda yaşamış İzmir ve İzmirliler olarak, deprem felaketinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz. Deprem sonrasında depremzede yurttaşlarımızla dayanışmanın hayata geçirilmesi ve yaraların sarılması büyük önem taşıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) öncülüğünde yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarınca başlatılan ‘Umut Hareketi’ ile iş çevrelerinin ‘İzmir Yardıma Koşuyor’ kampanyalarını çok anlamlı ve değerli buluyoruz.

Bu girişimler ve çabalar, kamu tarafından da sahiplenilmeli ve daha da büyütülüp kalıcı hale getirilmelidir. Unutulmamalıdır ki şimdi hep birlikte dayanışmanın ve yaraları sarmanın zamanıdır!..

 

Mehmet Şakir Örs

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu