Datça’yı solumak !

Marmaris’ten 79 kilometre uzakta, batıya doğru uzanan ve Ege ile Akdeniz’i birbirinden ayıran antik eşsiz güzelliklerle kaplı bir yarımada…

Bunun yanı sıra en eski tarihi yerleşimleri ile dolu bir coğrafya hepsi Datça…

Ve artısı da var ünlü şairimiz Can Baba (Yücel) Datçalıdır. Ebedi istirahatgarı da Datça’dadır.

Her kıyı kentinin sorunu Datça’da da var. Yaz aylarında nüfus patlaması yaşıyorlar. Burada bir saptama yapmalıyım; Bütün kıyı kenar çizgisinde ve turizmin yoğun yaşandığı kentlerde, yerel yönetimlere devlet tarafından ödenen payın, diğer kentlerden farklı olması gerekir…

GÖRÜLECEK YERLER

Biz gezimize Eski Datça’dan başladık. Amacımız Eski Datça’yı gezerken Can Baba’nın evini ziyaret etmekti.

Sokak kaplamalarında kayrak taşlarının kullanılmasının çok güzel durduğunu söylemeliyim. Adından da anlaşıldığı gibi eski mi eski Datça burada.

Begonvil deniz havasını seven bir bitkidir. Her sokakta evler adedinde begonvil var. Biz İzmir’de bu çiçeğin rengini mavinin tonları olarak biliriz. Burada ise, şarap ve beyaz renkleri de yaygın olarak bulunuyor.

Sokaklara serpiştirilen küçük, küçük kafelerin birinde basit bir şeyler yiyip, yorgunluk kahvemizi de içtikten sonra, Eski Datça’nın sokaklarında kaybolmaya devam ettik.

Dikkatimizi çeken, bütün duvarlarda hediyelik eşyaların, giysilerin sergilenmesiydi.

Bu arada bir çok ulu Anadolu çınarının Eski Datça’da bulunduğunu gördük. O ulu ağaçlar eski Datça’ya ayrı bir özellik vermiş.

CAN YÜCEL EVİ

Nihayet sokağında ‘Can Yücel Sokağı’ tabelasını görüp evinin önüne gittik.Ölümünden sonra Can Baba’nın evini kütüphane yaptı ailesi. Can Babanın kitapları ,defterleri, fotoğrafları ve notlarının da bulunduğu bir kütüphane olmuş.

Her 12 Ağustosta Can Baba için anma törenleri yapılıyor.

O günlerde burada olmakta yarar var. Bu arada kütüphanenin ismi de ilginç “Can Evi Kütüphanesi”. Anılan günde burada olanlar anı defterine düşüncelerini yazabiliyorlar.

Sizlere Can Yücel evinin merkeze olan uzaklığının 3,5 kilometre olduğunu aktarayım.

Eski Datça’yı birinci gezilecek yerler arasına koymamızın nedeni, Can Babanın evinin bulunduğu yerleşim yerinin tarihinin M.Ö: 11. yüzyıla sahip olmasıdır.

Eski Datça’nın kayrak taşı döşeli eski ve daracık sokakları bize bir görsel şölen yaşattı adeta…

Datça’ya geleceklere görülmesi gereken yerler içinde, Kargı koyunu, Kinidos Antik Kentini , Hayıt bükünü ,Ovabükünü, Palamutbükünü, Kızılbükü, Kızlan Köyünü ve yel değirmenleri ile Datça limanını ve muhteşem teknelerini, Ilıca Göletini, Kent Parkını, Datça limandaki Fok Heykeli ile Güneş Saati’ni sayabilirim…

.Limandaki fok heykelinde meşhur fokumuz Badem var. Bilirsiniz bütün Egenin gönül verdiği fok  Badem’in heykelini beyaz mermerden Datça Belediyesi yapmış limana yerleştirmiş. Hemen yanında ise her geçişte kontrol ettiğim ve saatimle ayni çıkan güneş saati var.

Datça’nın önceki dönem Belediye Başkanlarından Şener Tokcan ile bir söyleşi yaptığım zaman bu gölet’i sormuştum.

“Göletin suyu tuzlu ve sıcak da değil ama ‘Ilıca Göleti’ diyorlar anlatır mısınız nedir?”

Başkan Tokcan “ Ben iki defa incelettim ve araştırdım. Suyun tuzlu olması ve bel kalınlığında hiç durmadan akan bu suyun, Ege denizinden geldiğini sanıyoruz. Ama araştırmamız bitmedi, Ancak bu suyun bir de tedavi edici özelliği bulunuyormuş.

İnsanlar bu suyun altına giriyor ve boyunlarına, omuzlarına bu suyun akmasını sağlıyorlar ve ağrılarına iyi geldiğini söylüyorlar. Kadınlarda oradaki çamuru

yüzlerine sürüyorlar ciltlerine iyi geldiğini söylüyorlar. Onlar böyle düşünüyorsa ve böyle bir inanışları varsa mesele yok. Kimseye ziyanı da yok üstelik” demişti

Bu göletle denizin arasında bir kafe var. Biz tesadüfen denk geldik, emekli bir Albay işletiyor. Bize cazip gelmesinin nedeni epey büyükçe bir kütüphanesinin olmasıdır.

Sonrasında çayımızı içerken kendisiyle tanıştık. Entelektüel bir kişi ve sohbetinin de doyumsuz olduğunu söyleyebilirim

Datça’nın gecesi çok güzel.

Hilal gibi bir plaj alanı var kentin içinde. Aksam üstü millet plajdan elini, ayağını çektiği zaman, sahil boyunda bulunan restoranlar bütün masalarını plaja indiriyorlar, şemsiyeleri kaldırıyorlar. Saat 8 – 9 gibi boş masa kalmıyor.

Denizin iyot kokusu. Derinden gelen bir müzik sesi ve minik dalgaların hışırtısına, o gün tutulmuş balıklar ve anason iştirak edince, gecenin küçük saatlerine kadar süren bir yeme içme faslı başlıyor.

Gece bir gibi masalar toplanmaya başlıyor ve sabah için sökülen şemsiyeler tekrar yerine konuyor ve plaj ertesi sabaha hazırlanıyor…

Ayrıca bu plaj kenarına paralel bir beton yolun üstü de ayrı bir cırgıl oluyor.

Bütün gün hazırlık yapan kadınlar hünerlerini ortaya koydukları el işlerini ve deniz kabuklarından yapılmış biblolarını, badem kabuklarından yapılmış nazarlıklarını kurdukları tezgahlarda sergiliyorlar.

Bayağıda iş yapıyorlar, bu arada örgü işleri ile iğne oyalarında bolca var.

Bana göre 200 kadar tezgah ve hepsinin başında birer kadın var. Erkek satıcılar bu iş kolunda yoklar, kaldığımız sürece hiç görmedik.

Datça ya çok yakın 8 kilometre kadar ileride ‘Simi’ adası var. Simi adasının Belediye Başkanı ile Datça’nın Belediye Başkanı bir anlaşma yapmışlar. Her sene Simi ile Datça arasında yüzme yarışmaları yapıyorlar.

Ayrıca her iki ülkenin halkı hem Datça’da hem de Simi’de bulunuyorlar. Beraber danslar ediliyor,

Uzolar ve Rakılar içiliyor, amaç iki ülke halkını birbiri ile kültürü, ananesi, adetleri ile kaynaştırmak. Çok ta başarılı olmuşlar ve olumlu neticeler almışlar.

Uzun yıllardır bu şekilde bir arada olmanın yollarını bulmuş sayın başkanlar. Ben bu sıcak olayın tüm sahil belde ve ilçelerinde benimsenmesinden yanayım.

Düşünsenize bir kere, iki tarafın kadınları çamaşırlarını ayni güneşte kurutmuyorlar mı?

İki tarafın balıkçıları ayni denizdeki balıkları avlamıyorlar mı?

Zeytinyağlı yaprak dolmasını iki tarafta çok sevmiyor mu?  Biz cacık diyoruz, onlar ise cacıki.

Biz Türk kahvesidir diyoruz ve ilk olarak kahve kültürü Osmanlı devrinde İstanbul’da başlamış ve Viyana ya kadar götürülmemiş mi? Şimdi buna Yunan kahvesi demek yanlış değildir de nedir?

Ben biliyorum Çeşmeye gelen Yunanlılar, esnafa veresiye defteri açtırmışlar.

Bu ay alırlarsa gelecek ay gelip ödüyorlar. Bu konu Ayvalık’ta, Dikili’de Bodrum’da da  aynı değil mi?

Siyasiler işi bozuyorlar, bize kalsa çok çabuk kaynaşacağız ama, bize bırakılmıyor ki.

Bütün dünyaya kardeşlik gelmesinden yanayım. Kimse, kimseye zarar vermesin bu denizler de, bu karalar da, bu ormanlar da hepimize yeter. Yeter ki aramızdaki ilişki dostluk bozulmasın derim.

Rahmetli Can Yücel Üstadın Anısına…

Farz et hiç ayrılmadık

Gözümde tütüyor

Gözümü tütsülüyorsun

Hep birlikteyiz sanki

Seninle ben ve dünya.

Gürol Tulunay

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu