‘Labirent’ neyi anlatır?

Amin Maalouf, bir dünya romancısı. “Evrensel yazar” da diyebiliriz. Her ne kadar romanları, doğduğu coğrafyanın kültürel dokusundan beslense de; onun bu çizgiye gelmesinin, günümüz dünyasını okumadaki başarısından kaynaklandığını söylemek isterim.

Bu anlamda Arapların Gözünden Haçlı Seferleri adeta bir işaret fişeğidir. Bunu izleyen dört deneme kitabı ise o “evrensel yazar” olma halinin arka planını da bize anlatır.

Bunların sonuncusu Labirent ise biraz da gazeteci kimliğinden kaynaklanan analizleriyle, araştırmacı yanının da etkisiyle olacak; siyasal gündeş konuları buluşturması bakımından irdelenmeye değer düşünebilirsiniz! Hatta ülke karşılaştırmalarında (ABD, Rusya, Çin ve Japonya), neden bir Hindistan, Türkiye, İran yok?! diye de sorabilirsiniz.

Kuşkusuz Maalouf bu yorumlarını/ karşılaştırmalarını siyasi bir analist olarak yapmıyor. Gene de bir edebiyatçı, aydın olarak dünyayı nasıl okuduğunu bize ayrıntılı olarak aktarıyor.

Maalouf’un birçok romanında öne sürdüğü düşünceler, zaten onun Ortadoğu’ya ve Lübnan odağında Arap-İsrail meselesine nasıl baktığının ipuçları veriyor elbette. Özellikle Doğu’dan Uzakta tamamen bu bakış üzerine kurulu bir romanıdır.

Kendi ailesinin öyküsünü ve Lübnan’ın hem uzak tarihini hem yakın dönemini anlattığı Yolların Başlangıcı’nda adlı romanında da Ortadoğu’nun hafızasına dönük bir yolculuğa çıkarır okuru.

Bu altyapıdaki romanlarına rağmen kurmacadan bağımsız bir düşünce kitabı yazmış olmasını dikkate almak gerekiyor diye düşünüyorum. Buna “cesaret” demeyeceğim, “Böylesi bir romancının yapması gereken budur” diye nitelendirmek daha doğru geliyor bana. İlle de bir tarafgirlik de gerektirmiyor böylesi okumaları yazıya dökmek. En azından bir romancının dünyanın gidişatıyla nasıl/niçin ilgilendiğini göstermesi açısından önemli olduğunu hissettiriyor.

Ölümcül Kimlikler adlı deneme kitabının bu anlamda çok ayrı bir yere konması gerektiği görüşündeyim.

Yazar buradaki yazılarında, kendi deneyimlerinden yola çıkarak aidiyet/kimlik sorgusunu derinlikli biçimde anlatmasıyla dünyaya birtakım “mesaj”lar da iletiyordu aslında.

Bunu izleyen Çivisi Çıkmış Dünya/ Uygarlıklarımız Tükendiğinde karşıladığımız yeni yüzyılın toplumları sürüklediği yeri ve küreselleşme salgının getirdiği açmazları anlatması bakımından önemliydi.

Ardından gelen Uygarlıkların Batışı, Maalouf’un bu gidişata itirazlarını içeren adeta bir “çağın çözülme manifestosu”ydu. Özellikle Doğu, Ortadoğu halklarının bütünleşme yerine ayrışmayı derin yaşadığı dönemin sancılarının artık “başka bir dünya tahayyülü”ne nasıl kapı araladığını da anlatması bakımından çok önemliydi.

Sanırım, bu noktada Labirent’teki düşünceleri hem irdelemeye hem de karşı görüşleri de düşünmeye kapı aralıyor. Öyle ki; Maalouf, anlatıcı aydın kimliğiyle illa ki bir tarafa ait olmayı değil, dünyada olup bitene aklıselimce bakışı yeğliyor.

Bugün küreselleşmenin geldiği noktada Batı-Doğu sorununa ve Batı’yla gelen modernitenin işlevini artık nasıl yitirdiğine dair yeni söylemlere yüzümüzü dönmemiz gerektiğine dair etkileyici bir bakıştır onunkisi. Dahası, Uzak Asya’da olup bitenlere de bakmanın zamanı geldi, hatta geçiyor bile diyor.

Söze buradan devam edebiliriz bence…

Uygarlıkların Batışı’nda altı çizilesi bir tümcesi vardı Maalouf’un..

Ortadoğu’da yaşanan sıcak gelişmeler karşısında ne söyleyebileceğini de burada anlattıklarından çıkarabiliriz. Ki andığım kitabının “önsöz”ünün bitiriş tümcesi sanırım bunun ilk ipucu:

“Doğu Akdeniz’in ışıkları sönünce karanlığın dünyaya yayıldığını söylemem doğru mu?”

O, her ne kadar, tedirgin, bir o kadar da kaygılı bir “aydın” profili çizse de dünyayı anlamak derdinde biri. Yeryüzünün sürüklendiği karanlık ona bunları yazmak anlatmak düşüncesini veriyor. Sürüklenilen “yer”in nasıl bir “felaket” olduğunu da anlatıyor aslında.

“Ama söz etmeye hazırlandığım altüstlüklerin ömrümün başından itibaren birinci dereceden tanığı olmuşsam; sulara ilk önce ‘benim’ Doğu Akdeniz dünyam gömülmüşse,benim’ Arap milletim intihara meyilli sıkıntısıyla tüm gezegeni yok edici bir çarkın içine sürüklemişse; başka ne yapabilirdim?”

Onun soruları, zamanla, bizlerin de soruları, hatta kaygıları olmaya devam edecek diye düşünüyorum. Hele hele şu günlerde Doğu Akdeniz’de sular iyice ısınmaya başladığında…

Dağılan, çözülen bir dünyanın seyrindeki ülkeler bugün her türlü işgali göze almış durumdadırlar. Kendilerine yeni alan açma savaşımındadırlar. Bunların uydusu olanlar ise işbirlikçiliklerini bir biçimde sürdürüyor. Bu coğrafyanın aydınlarının sesi ve sözü daha da yükselmeli, her bir şeyi yazıp anlatıp söylemeliler diye düşünüyorum.

Feridun Andaç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu