Saleh Bakri ile Var Olma Sanatı
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından gerçekleştirilen 13. Boğaziçi Film Festivali’nde oyuncu Saleh Bakri’nin “Saleh Bakri ile Var Olma Sanatı” başlıklı Masterclass’ı vardı.
Festivalin açılış filmi ve Filistin’in Oscar adayı olan “Filistin 36” da rol alan oyuncu, Atlas Sineması’ndaki Masterclass’ta hem kendi oyunculuğunu hem sinemaya dair düşüncelerini hem de Filistin meselesi hakkında konuştu.
Moderatörlüğünü, Boğaziçi Film Festivali Artistik Direktörü Enes Erbay’ın üstlendiği etkinlikte Bakri; oyunculuk fikrini ilk olarak babasından aldığını dile getirdi ve ilk tecrübelerini şöyle paylaştı:
“Ben küçük bir köyde doğdum ve ekonomik sebeplerden dolayı ailem orayı terk etmek zorunda kaldı. Tarihî bir köy olan yer, 1948’de birdenbire İsrail toprağı oldu. İnsanlar tarımda çalışmaya alışkındı ama bundan sonra yeni gelen hükümet için çalışmak zorunda kaldılar. Orada bir çocuk için yapacak hiçbir şey yok. Babam, drama ve tiyatro akademisini yeni bitirmişti ve onunla büyümek, köydeki diğer insanlardan farklı olmak anlamına geliyordu. Bu dünya bana çok çekici gelmişti ve oyuncu olmaktan başka bir seçeneğim yokmuş gibi düşünmüştüm.
Ergenlik yıllarımda yazı yazmayı ve Arapça’yı çok seviyordum. Öğretmenim bunu fark etti ve beni ilk seyircimin, yani sınıf arkadaşlarımın, karşısına çıkardı; çok korkmuştum. Bir sonrakine daha iyi olur diye düşündüm ama yine aynı korkuyu hissettim; sesim çıkmıyordu! Böylece seyirciden korktuğumu anladım. Bunu yenmek için lisede drama okumaya karar verdim, çünkü bu korkuyla yaşamak istemiyordum. Sahnede rahat hissetmem çok uzun zaman aldı; bu korkuyu üzerimden atmam, 27 yaşıma kadar sürdü. ”
Bakri, İsrailli bir drama okulunda eğitim gördüğü süreç hakkında ise şunları paylaştı:
” İsrailli bir drama okuluna gittim çünkü benim zamanımda Filistinli bir drama okulu yoktu. Sınıf arkadaşlarımın çoğu ordudan geliyordu ve onların deneyimlerini dinlemek durumunda kalıyordum. Benim için oldukça zordu. Fakat aynı zamanda sanatın, kendimi ifade etmek için özgür bir alan olduğunu da bu dönemde fark ettim. Beni tanımayan ve benim hakkımda klişelere sahip olan insanlara kendimi göstermem için de bir fırsat olarak gördüm. 2006’daki boykotlarla beraber artık daha fazla İsrail tiyatrosu yapmak istemediğime karar verdim ve o günden beri yapmıyorum.”
Masterclass’ın başlığı da olan ‘var olma’ meselesini, oyunculuk tarzı bağlamında değerlendiren Bakri, oyunculukta doğal ve minimal çalışmadan yana olan bakışını şu sözlerle ifade etti:
‘Var olmak’ zaten orada; varsınız, bu doğal olarak gelen bir şey. Oyunculuğun gereksinimlerini babamdan aldığımı düşünüyorum; benim için ilham vericiydi. İsimlerini hatırlayamadığım, dünyadan birçok oyuncudan da ilham alıyorum. Ben metotlara inanmıyorum. Neden oyunculuktan keyif alıyoruz; çünkü bu, çok eski zamanlardan gelen bir büyü! Norveç’te sahnede kurda dönüşen bir oyuncu gördüm ve tek kelime anlamasam bile çok etkilendim. Benim için oyunculuk, bu! Bu da tiyatroda olup sinemada olmayan bir şey; antik zamanlardan gelen bir büyü.
Rollerime çok fazla çalışmıyorum. Karakteri okuyorum, bir şey hissediyorum ve bu duyguyu saklıyorum. Eğer üzerine çok fazla çalışırsam bu, biraz ‘fazla oyunculuk’ oluyor. Ben oyunculuk yapmak değil aktarmak istiyorum, bir şeylerin taze kalmasını istiyorum ki ilk baştaki büyü kaybolmasın. Mutlaka hazırlamanızı gerektirecek karakterler olabilir; örneğin bir fizikçiyi canlandıracaksanız ve bu konuda hiçbir şey bilmiyorsanız çalışmak zorundasınız.”
Oyuncu, “Filistin 36” filminin, işgal dolayısıyla Filistin’den Ürdün’e taşınan çekim süreci hakkında da bilgi verdi:
” Annemarie ile 2007’de tanıştık ve o zamandan beri beraber çalışıyoruz. Bu filmi farklı yapan şey; filmi, soykırım sırasında çekmiş olmamız. Hepimiz hemen hemen aynı politik çerçevede anlaştık ve bunu bir direniş olarak sunmak istedik. Gazze’deki soykırım sırasında anlamı tamamen kaybettik ve bir şekilde anlama tutunmamız gerekti. Biz de işimize devam ettik çünkü şimdi, her zamankinden daha fazla, tutunmamız gerekiyordu. Filistin’de çekilmesi gerekiyordu, sonra Ürdün’e taşındı. At sürmeyi öğrenmem gerekti, sakatlandım, omzumu bir taşa vurdum ve ertesi gün at sürme sahnelerine devam edemedim. O at sürme sahnesini de aylar sonra çektik.
İsrail’in İran’ı bombaladığı gece, ilk bomba sesiyle uyandım. Beni bir şeyin ısırdığını hissettim ve bir baktım ki akrepmiş. Akrebi öldürüp bir çay poşetine koydum. Dışarı çıktığımda bombalar patlıyordu. Bir oyuncu arkadaşımı gördüm ve ondan, eğer ölürsem bunu oğluma vermesini ve akrebi, benim öldürdüğümü söylemesini istedim. ”
Filistin yapımlarının yanı sıra uluslararası projelerde de çalışan Bakri; bir karşılaştırma yapması istenince, “Aslında tüm hikâye bu dünyanın bir parçası olduğumuz ve normal bir hayatı hak ettiğimiz ile ilgili. Bu yüzden uluslararası işlerimle Filistinli işlerimi ayıramam” diye cevap verdi.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteği, Turkcell ve Türk Hava Yolları’nın ana sponsorluğu, TRT’nin Kurumsal İş Ortaklığı, Anadolu Ajansı’nın Global İletişim Ortaklığı, Türkmedya’nın ana medya sponsorluğu, TV Plus ve İGA Pass sponsorluğunda gerçekleşen “13. Boğaziçi Film Festivali” ile ilgili tüm bilgilere www.




