Şakir Paşa Ailesi’ni izliyorum
Bir fırtına gibi başlayan “Şakir Paşa Ailesi” dizisini dikkatle izliyorum.. 7.bölümü yayınlandı en son. Etik, estetik, tarih, sinematoğrafi, dizilerin izin kültürü ve gerçekler konularında söylenecek çok şey var. Şimdilik sahneyi, olaya bacak arasından bakacak olan sahte entellektüel yazar – çizer, sosyal medya fenomenleri ve her zamanki meyhane masalarına bırakalım, şimdilik ama şimdilik!..
Ahh ederek, esas söyleyeceğim şudur: Üçü de hayatta en yakın dostlarım olan, üçü de sonsuzluğa uçmuş olan Halikarnas Balıkçısı’nın mübarek evlatları, İsmet ablam, Aliye ablam, Suat ağabeyim, keşke sağ olsalardı; bu diziyi hep beraber uzun uzun tartışıp, şarap kadehlerimizi tokuşturarak müthiş içerikli konuşmalar yapabilseydik, ama ne çare; onlara rahmet dileyerek, göğe selam gönderiyoruz…
İlk tespitim şudur; Şakir Paşa baskın biçimde ağırlıklı bir başrol oyuncusu olarak parlıyor, mutlaka İtalyan gelin ile büyük aşk yaşayacaklar. Halikarnas Balıkçısı rolünü oynayan aktör ise çok silik, boyu kısa ve renksiz. Oysa Balıkçı dev gibi, konuşurken gürleyen, devasa bir genç adamdı. Neyse..
Koskoca tarih, mitoloji, uygarlık, turizm ve Anadolu savaşçısı Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın “Baba Katili” olarak lanse edilmesini, acıyarak protesto ediyorum, çok çok büyük bir ayıp !
HALİKARNAS BALIKÇISI FAŞİST MİDİR?..
“Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar” dizisini, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in İtalyan eşi ile olan gönül ilişkisi sebebiyle öz babası Şakir Paşa’yı öldürmesini, dahası evladı yaşındaki Azra Erhat ile olan güya yatak ilişkisi iddialarını, dizinin çekildiği köşkün bir gece yarısı ateşe verilişini tüm bunları, tüm bu magazin, roman, dedikodu, iftira ve milletçe çok sevdiğimiz yakıştırma konularını elimizin tersi ile çok uzaklara itelim.Çok daha önemli işlerimiz var..
Halikarnas Balıkçısı’nın büyük, ama çok büyük ideoloji kavgasına; ruhumuzu, aklımızı, beynimizi yöneltelim; O’na ve O’nun temsil ettiği “Türk Hümanizması” fikriyatına sağdan ve soldan yapılan, gerçekte ucu emperyalizme dayanan art niyetli ve akıl dışı iddiaları inceleyelim.
.MAVİ YOLCULAR, VATANIMIZI BİZE TANITTI
Halikarnas Balıkçısı’nın ve Azra Erhat’ın (dahası tüm Mavi Yolcuların) benim yazarlık hayatımda öncü bir yeri vardır. Kendimce hep onların ayak izlerini takip etmeye çalıştım. Kitapları ve yazılarıyla yürüdüm gittim, muhteşem bir alemi, eşsiz Anadolu’mu ve insanlarını, sonra dünyamı keşfettim. Halikarnas Balıkçısı’nın evlatları, İsmet Noonan, Aliye Önce ve sevgili ağabeyim rahmetli Suat Kabaağaçlı’dan büyük dostluk ve sevgi gördüm.
Onlarda, yani mavi insanlarda, yani Mavi Yolcularda, yani Türk Hümanistlerinde, bir kültür ideolojisi, bir yurtseverlik göstergesi, bir insanlık davası, bir evrensel uygarlık çağrısı olduğunu fark ettim.. Yurdumdaki kavgacı ideolojilere, onlar sayesinde uzaktan ürperti ile baktım, barışçı, yurtsever ve insancıl yolda insan ve dünya kardeşliğinde yürümeye çalıştım. Bu ruh yapısı benim, Emperyalizme ve Küresel Sömürücü Liberalizm’e isyan etmemi sağladı..
Özellikle Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaaaçlı, Anadolu’nun bizlere ait, yani insanlığa ait olduğunu gösterdi. “Burası Yunan’ın tapulu malı değil” dedi. Bu yüzden Atina Üniversitesi öğretim üyesi ve Fetö’cü Zaman gazetesi yazarı Herkül Millas veya sol liberal (!) Fetö’cü Taraf gazetesi yazarı Murat Belge, ona “faşist, Türk milliyetçisi” diyerek saldırdılar. Bu cepheye, gazete yazılarımla ülkemde bir tek ben karşı çıktım. Çünkü dönem, vatanı koruma değil, vatanı satma dönemiydi, herkes hep saldıran liberallerden (!) korkuyordu. Balıkçı’nın kitaplarını yüzbinlerce basan Bilgi Yayınevi’nin Ege Bölge sorumlusu Hüseyin Yurttaş bile, Bodrum’daki Balıkçı’yı anlattığım bir panelde ara verildiği zaman bana yanaşıp, “Millas’lara, Belge’lere niye sataşıyorsun?” diye beni haşlamaya kalkıştı. Oysa o yayınevinin yazarıydım.. Elimin tersiyle ittim.” Sen kimsin!..” O yayınevinden de, hemen ayrıldım..
Cevat Şakir’in kızı, sevgili büyüğüm İsmet Kabaağaçlı Noonan’ın, Bilgi Yayınevi’nce basılan “Halikarnas Balıkçısının Kızından Anılar Akın Akın” isimli hatıratı yayınlanınca elimden düşmez oldu.. Bu hatıratta benimle ilgili olarak yazılanlar, bana yeter de artar bile..
TÜRKİYE HÜMANİZMİ, FAŞİST MİDİR?
Öncelikli soru şudur:
1- Anadolu’da Karacaoğlan ile İzmirli Homeros’u, Yunus Emre ile Efesli Heraklitos’u, kimler özgün bir sentezde buluşturabilme ışığını yakaladılar?
2- Bu ışık, aydınlanma ışığı mıydı?
3- Aydınlanmacılar, aynı zamanda Türkiye Hümanistleri miydi?
Bu sorulara yanıt arayacağız.
Çünkü, magazin dünyasının şekillendirdiği günümüz hayatında, “Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar” tv dizisi, halka onu, sadece bir “Baba Katili” olarak halka çarpıcı biçimde tanıtmaktadır..
Şimdi bir yazıyı ibretle okuyalım:
“.. Cevat Şakir, Azra Erhat ve Eyüboğlu kardeşlerin ortak dünya görüşü, her nedense çok sık tekrarlanmış olan insancılık veya Hümanizma iddialarına karşın, evrenselliği yadsıyan aşırı milliyetçi ve ulusçudur. Dünyaya bakış açıları insancıl veya evrensel değil, ulus-merkezcidir. Osmanlının da katkıda bulunduğu ve tarih içinde karşılaştığımız sertliğe ve acılara karşı tek bir yermeleri yoktur. Yerilen yalnız “ötekiler”dir. Bir bütün olarak Avrupa’ya ve Avrupa uygarlığına karşı çıkılmaktadır. Arka çıkılmak istenen Avrupa’dan yabancılaştırılan bir Anadolu uygarlığıdır.
Örneğin Halikarnas Balıkçısı’nın Turgut Reis romanı, faşist Türk milliyetçiliğinin uç bir örneği gibidir. Yazar, milli gururu, savaş ve kan dökme alanındaki başarılarda bulmaktadır.Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat ve onun gibi düşünenler, Hümanizmi, ulus olarak antik hümanist kültürün benimsenmesinde görürler. Ancak ulus olarak Hümanizmanın mirasçısı olduğumuzu ilan etme, insancılık değildir; insancılık kendini ve belki ulusunu, kişisel farklara rağmen insanlığın içinde ve onun ayrılmaz bir parçası olarak görmek, böyle hissetmek ve sanat yapıtı yaratırken ya da roman yazarken de bu tür bir dünyayı yeniden yaratmaktır. Kişi benimsediğini ileri sürdüğü insancılıktan ulusal kıvanç duyuyorsa, artık o kıvanç duygusu insancıl değil, ulusaldır.
Ne yazık ki hem ulusal hem de hümanist kıvancı aynı anda duymak olanaklı değildir. Gençlerimiz Avrupa düşmanı, faşist Halikarnas Balıkçısı ve yoldaşlarına yakın bir anlayışla yetiştirilmektedir, kitaplarının sobada yakılmasında fayda vardır.”
Bu son cümleye dikkat…Bu lafları kim söylüyor? Zamanında, Zaman gazetesi yazarı söylüyor. İslami duyarlığı olan F tipi bir yazar mı?
Hayır… Hayır.. Hayır..
Bunları, Zaman gazetesi yazarı, İstanbullu, Yunanistan’da yaşayan Rum kökenli Herkül Millas yazıyor. Ne zaman yazmış? Toplumsal Tarih dergisinde Mayıs 1996 tarihli makalesinden.
Şimdi kendi kendimize soralım. Yani bu tarifin içine giren, Eren hanım ile evli olduğu halde atölyesine resim yapmak için gelen Ermeni Mari Gerekmezyan’a delicesine aşık olan ve aniden ölen bu Ermeni kızın ardından “Karadut” tablolarını yapan, “Karadut” şiirlerini yazan ve “Ben yaşadığım kadar o da benimle, hem de bana hiç yük olmadan köşeciğinde yaşayacak. Ben öldükten sonra da yaşaması gerek. Bir kitapta, bir şiirde ve bir resimde…” diye not düşen Bedri Rahmi Eyüboğlu faşist Türk milliyetçisi, öyle mi?
.Anadolu’nun kavimler, uygarlıklar ve ırklar karmaşasından bir Anadolu Hümanizması yaratan düşün adamı Sabahattin Eyüboğlu, faşist Türk milliyetçisi imiş, öyle mi?
“İşte İnsan (Ecco Homo)” isimli dev yapıtıyla evrensel düşünce akımlarının Anadolucu yorumunu yapan ve “Mavi Anadolu” diye isimlendirdiği topraklarımızın hoşgörülü ve insancıl mayasını ortaya seren Azra Erhat, bir faşist Türk milliyetçisi, öyle mi?
Mavi Anadolu, Mavi Yolculuk kitaplarını yazan, Mitoloji Sözlüğü’nü kütüphanemize armağan eden, İlyada ve Odesa destanlarını A.Kadir ile birlikte dilimize çeviren, “En Hakiki Mürşit” ve “Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına” gibi seçin kitaplar yazan Azra Erhat, faşist öyle mi?
…
Anadolu Uygarlıkları’nın batının emperyalist kültür saldırılarından bağımsız bir yerli gerçek ve bu gerçekten fışkıran sentezin, Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlanmacı ideolojisine eklemlenmiş en önemli bir kültür verisi olduğunu tekrar tekrar yazan Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, faşist bir Türk milliyetçisi, öyle mi?
Her darbede ve kıyımda tutuklanmış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş bu ilerici insanlar gerçekte, faşist Türk milliyetçileri, öyle mi?
Bu kültür gurubun içine giren Vedat Günyol, Nusret Hızır, Mavit Gökberk, Ekrem Akurgal, Orhan Burian, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Nurullah Ataç da aşırı milliyetçi, ırkçı kişiler öyle mi?
Bu kişiler, Cumhuriyetin ilk döneminin coşkulu ve onurlu yılları geçtikten sonra, olup biteni akıl ve bilim süzgeci ile değerlendirmek isteyen çağdaş insanlardır. Çağdaşlıkta daha ileriye ulaşmak istemektedirler. Başka hiçbir suçları yoktur.
Anadolu’da yaşayan halkımıza uygarlık, çağdaşlık ve evrensel-ulusal-barış yolunda ışıltılı bir “Düşünce Hazinesi” sunmuşlardır..
Bu da Türkiye Hümanizmi’dir. Takipçileri ne yazık ki olmamıştır, benzerleri olmamıştır. Ancak günümüzün sosyolojik ve politik olarak karmakarışık toplumsal manzarasında haklı çıkmışlardır.
Öncelikle son söyleyeceğimizi en başta özetle söyleyelim:
“Mavi Yolcular, Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol gibi nice aydınlanmacı ilericiler, genel anlamıyla binlerce yıldır Anadolu’da yaşayan Türkiye halkına, daha dar anlamıyla 1000 yıldır Anadolu’da yaşayan ve Türk kimliğini hisseden ulusa, realiteden kopmadan ve asla ütopik olmayan bir düşünce hazinesi sunmuştur”
Eğer Milli Eğitim programlarında Azra Erhat’ın, Halikarnas Balıkçısı’nın kimliği, kitapları ve düşünce sistemi üzerinde durulsa, hakkıyla durulsa, bu önemli düşün adamının dünyası çocuklarımızın hayal dünyasında yaratılabilse, genç, aydın ve uygar beyinler yetişeceğine, halkını ve toprağını ölesiye seven kuşaklar fışkıracağını öteden beri iddia ederim, savunurum.
Hani nerede Halikarnas Balıkçısı Üniversitesi?
Hani nerede Azra Erhat Üniversitesi?
Hani nerede Sabahattin Eyuboğlu Sanat Merkezi?
BALIKÇI’NIN KIZI ALİYE ÖNCE AÇIKLADI:
“Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar” televizyon dizisi sebebiyle, Anadolu’muzun kültür, tarih ve mitoloji alanında halka mal olmuş, gelmiş geçmiş en romantik ve en tutkulu yazarı Halikarnas Balıkçısi Cevat Şakir Kabaağaçlı, bir “Baba Katili” olarak geniş bir çevreye pek magazinsel ve seviyesizce tanıtılmaktadır. Buna ve sosyal medyadaki iftiralara isyan ediyorum.
Bizzat Halikarnas Balıkçısı’nın ‘Kara Kızım” dediği esmer kızı merhum Aliye Önce bize anlatacak, biz de sorularımızla ayrıntıya gireceğiz.
Bu söyleşimiz, 11 Haziran 2005 tarihli Hürriyet gazetesinde “Babam namusuna aşıktı..” başlığı ile yayınlandı. Babası Cevat Şakir’in namus cinayeti sonucu babası Şakir Paşayı öldürmesi üzerine ilk kez konuşma kararı alan Aliye Önce, gerçekleri açıklamanın hüznünü yaşarken, bunu sadece benimle paylaşmıştı.
İki sorumuz var:
Halikarnas Balıkçısı, babasını niçin öldürdü?
Yoksa Şakir Paşa, bu cinayetle oğlunu mu öldürmüş oldu?
Aliye Kabaağaçlı Önce.. 1932 Bodrum doğumlu.. Bodrumlu Hatice ile Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın kızı.. İkisi de günümüzde rahmete kavuşmuş olan benim sevgili İsmet Noonan ablam ile can dostum Suat Kabaağaçlı ağabeyimin kardeşi. Emekli bir Türk subayı ve NATO görevlisi olan merhum Haluk Önce ile evli idi. Stutgart Devlet Opera ve Balesi Orkestrası kemancı oğlu Murat Önce’den 3 torunu, İsveç Lund Yüksek Müzik Okulu Piyano Bölümü öğretim üyesi kızı Siren Nakiye Ek’ten yine 3 torunu vardır. Aliye Önce hanımefendi ile saygın eşi Haluk Önce’ye, büyük sevgi ve saygı duygularıyla bağlıyımdır.
Yıllar önce (1989) Aliye abla, beni aile meclisine çağırdı.. Babası Halikarnas Balıkçısı’nın hiçbir yerde yayınlanmamış, hasta yatağında bile Bulgar somya sedirinin altında sakladığı kişiye özel hatıra notlarını kapsayan üç adet “Sarı Defterler”i, bana herkesin önünde teslim etti. Ayağa kalkmış bir halde, “En çok güvendiğim sizsiniz..“ deyişini, hayatımın en önemli şeref nişanlarından biri sayarım.
Ben itiraz edecek olup, “Bu defterleri filancaya versek..” dediğimde ise, babasının ölümünün hemen ertesinde gazetelere verdiği ve isim sunarak kimseye güvenmediğini belirten gazete ilanlarını bana göstermişti.. O zaman bu kararına saygı duydum. O sarı defterler, bir gün yazarı olduğum Kırmızı Kedi Yayınevi aracılığı ile okuyucu ile buluşacaktır.
İLK KEZ KONUŞUYOR
Aliye Önce, yıllardır hastalığının çilesini çektiği odasına beni çağırdı. Zorlukla doğrulmuş ve giyinmişti. Yanında sevgili eşi Haluk Önce de vardı.. Güvendiği bir gazeteciye ilk kez konuşacaktı.
Daima geride, gölgede kalmıştı, ama artık babasının sıradan bir katil olduğuna dair ayyuka çıkan nice yayın ve dedikoduya, saklı gerçeklerin ışığında gerekli yanıtı vermek istiyordu. Ben sordum, kendisi inançla ve heyecanla konuştu..
– Çok eziyet çekmişsiniz?
– Evet.. Ailece, yıllarca müthiş çile çektik. Babamın ilk eşi İtalyan kökenli Aniesi’dir. Babam bu eşi ile cinsel ilişkisini keşfettiği için babası Şakir Paşa’yı öldürmüştür. Bu ilişki karşılıklı mı oldu, Annesi babası yaşında Şakir Paşa’yı mı ayarttı, yoksa Şakir Paşa gelinini mi ayarttı? Bunları açıklamak için babaannem Sare İsmet hanımın cinayetten sonra gelini Aniesi’yi sımsıkı himaye etmesi bize ipucunu vermektedir. Yani Şakir Paşa, gelinini ayarttığı veya tecavüz ettiği için, karısı Sare İsmet, Aniesi’yi tam bir anne gibi korumuş, kollamıştır.Doğaya, dünyaya, evrene, sanata ve kültüre aşık Cevat Şakir, öncelikle kendi namusuna aşıktır. Hemen boşadığı Aniesi’den Mutarra isimli bir kızı vardı. Daha sonra Hamdiye Hanım ile evlendi, ondan oğlu Sina doğdu. Bizim anamız Hatice Hanım ile Bodrum’da evlenince ise, İsmet, Suat ve ben Aliye doğduk.
– Babanız cinayetten söz etti mi size?
– Asla.. Ama on yaşındaydım, beni okşar, “Kara kızım, sen benim intikamımı al..” derdi. Üsteleyip, niçin böyle söylediğini sorduğumda, hıçkırarak ağlardı. Galiba, artık o intikam günü geldi. Herkes, tüm dünya arkamızdan konuştu. Baba katili derlerdi, o yüce insana.. Başta babam olmak üzere, tüm yaşamımız boyunca bu gizli acıyı sürükledik. Gerçek kapalı ve karanlık idi. Cinayetin gerçek sebebi bilinmiyordu. 1914 yılının güzel bir Haziran gecesi, birlikte gittikleri Afyon’daki çiftliğimizde babam Cevat Şakir, babası Şakir Paşayı hiç duraksamadan tabanca ile öldürmüştü.
Cinayet anında Şakir Paşa da, tabancasını sıyırmıştı. Babamı mahkum edip Afyon Cezaevi’ne sürdüler. 15 yıl yemişti, annesi gelip bu talihsiz oğlunu gözyaşları içinde ziyaret edermiş. Ne kadar acılı bir durum.. Bir facia aslında. Kocası gelini ile ilişki kurmuş, ona tecavüz etmiş, oğlu kocasını bu yüzden öldürmüş. Koca mezarda, oğul hapiste.. Gelini ile torunu elinde kalmış.. Ona rağmen gelini Aniesi’yi koruma altına alıyor ve ona üç yıl bakıyor; sonra Aniesi memleketi İtalya’ya dönüyor.
İtalyan asıllı Aniesi ile ilişkisini öğrenen Cevat Şakir’in bu cinayeti işlediği dedikodusu hemen bir yanardağ gibi patlak vermiştir.. Şakir Paşanın eşi babaannem Sare İsmet Hanım, babamın eşi Aniesi ve kızları Mutarra, amcalarım ve halalarım, tüm aile, herkes perişan olur. Aile büyüklerimiz hep odalara kapanır, bunu konuşurlardı. Hiçbir şey öğrenemezdik. Babannem Sare İsmet, halalarım Aliye Berger ve Fahrünnisa Zeyd bunu konuşmamıza izin vermezlerdi. Gerçek sanki sonsuza kadar gizli bir yere saklanmıştı. Babam töhmet altında kıvranıyordu, ama acıyla hiç konuşmuyordu. “Babam Şakir Paşayı öldürmemişti, tam tersine; sanki Şakir Paşa, babamı hayatının sonuna kadar sonsuz kez öldürmüştü” Babam ayrı kaldığı kızı Mutarra’yı çok özlerdi, küçük bir kutusunda kızın resmi vardı, bana gösterir, gözyaşları içinde “Senin ablan..” derdi.
– Babanızı çok seviyorsunuz.
– Evet.. Her kız gibi.. Oturup opera aryaları söyleyişini unutmak kolay mı? İzmir Hatay’daki evde yere upuzun uzanır, Karmen’den, Sevil Berberi’nden, La Bohem’den operalar söylerdi, çünkü sesi çok güçlü bir bastı. Yatağan isimli teknesi ile bizi Bodrum’un karşısındaki Karaada’ya götürürdü. Tekne üzerinde masal kahramanı gibiydi. Beni sopalamasını bile özlüyorum. Ağır zafiyet geçirmişim, kaçıp denize girer, güneşte kalırdım. Kızar köpürür, popoma öyle vururdu ki, acımdan yıldızları sayardım, hatta bir gün kollarımdan sallayıp denize savurdu. Evlenip, eşimizle birlikte evimize yeni gelmiştik ki, kapı çalındı. Elinde birkaç gofret, “Sen bunları çok severdin..” dedi. Dedim ya, o bir masal kahramanıydı.
– Bodrum’u özlüyor musunuz?
– Her şeyini özlüyorum. Şimdikini değil, Cevat Şakir’in Bodrum’unu deliler gibi özlüyorum. Babamın merhabasını, otuz yaşlarında boynunda tümör oluştuğu için gözleri etkilenmiş olan canım annemin tencere yemeklerini, sabah evimizin önünden topluca denize girişlerimizi, cennet gibi evimizi, komşularımızı, yerli Bodrumluları, hepsini, her şeyini özlüyorum. Babam, Bodrum’u ölesiye severdi. Oradan İzmir’e gelince çok parasızlık çektik. İzmir’de mutu olamadı babam, daima o eski Bodrum’u aradı. Bense eski Bodrum’u artık, Kadı Kalesi’nde buluyorum.
Aliye Önce ve eşi Haluk ağabey bir süre sonra vefat ettiler. Ben, “Sarı Defterler” ile baş başa kaldım. Halikarnas Balıkçısı’nın gerçek hatıratı olan bu eski Türkçe yazılmış üç defter, inanılmaz bir gizem taşıyordu.. Eski Türkçe bilen tercümanımla birlikte uzun yıllar dikkatlice inceleyince, arada Grekçe, İngilizce, İtalyanca yazılmış olduğunu gördüğümüz, ama çoğunlukla tamamen eski Türkçe yazılmış bir hikaye vardı karşımızda. Defterler son derece zor bir uğraş gerektiriyordu.
Çünkü, “Türkçe dilli, eski Türkçe yazım” ile “Rumca dilli, eski Türkçe yazım” birlikte karışık yazılmıştı. Yani Halikarnas Balıkçısı, hem Rumca, hem Türkçe yazmıştı ama yazı karakteri tümüyle eski Türkçeydi.
Defterlerin sayfaları arasına gazete kesikleri yapışkan veya toplu iğne ile tutturulmuştu. Örneğin, “Bir kahveci çırağı metresini öldürdü”, “Kamalı Efe’nin dağa kaldırdığı Yörük kızı konuştu” veya “Kemeraltı Meserret Hanı’nda esrarengiz intihar..” gibi bir çok gazete haberleri dikkatlice kesilmiş, deftere yapıştırılmış veya iliştirilmiş, altlarına ise uzunca haber ve olay tahlilleri yazılmıştı.
Bu gizemli üç defter ile yıllardır mücadele ediyorum. Bitirir ve başarabilirsem, asla telif almadan Kırmızı Kedi Yayınevi sahibi Haluk Hepkon’a teslim edeceğim.. Değerli dostumuz Haluk, bu defterlerin “Latin harfli Türkçe yazımını”, kitap olarak halkımıza armağan edecektir, dilerim..
UNUTULMAZ ANILAR
Balıkçı’nın Sarı Kızı İsmet Noonan’ın “Halikarnas Balıkçısı’nın Kızından Anılar Akın Akın..” isimli kitabında bir anılar denizinde pupa yelken mavi ufuklara savruluyorsunuz..
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ailesi, çocukluğu, gençliği, ilk evliliği, ikinci evliliği, Bodrum’a sürgüne gidişi, İsmet Noonan’ın annesi Hatice Hanım ile üçüncü evliliği, İsmet’in, Aliye’nin, Suat’ın doğumları, bir yazar olarak Cevat Şakir’in tarih sahnesine çıkışı, ailenin çektiği sıkıntılar, mavi yolculuğun ilk dönemleri, İzmir’e göç, İsmet’in Amerikalı subay John Noonan ile evliliği, Amerika yolculuğu, Cevat, Kuki, Dodo’nun doğumu ve yaşam süreçleri, eski Bodrum ve İzmir’den Alsancak’tan yaşam kesitleri, bir büyük yazarın kızı olarak İsmet Hanım’ın babasının anısını yaşatmak için ömür boyu verdiği büyük mücadele, kitabın içinde gözlerinizin içinde canlanıyor.. Üslubun naif içtenliği, derin romantikliği ve kimi zaman hüzünlü bulutları çağrıştırması sebebiyle gözleriniz sık sık yaşarıyor..
Yaşar Aksoy