Sadece okunmuyor ,izleniyor da..
Ercan Kesal’in iki koltuğunda çok karpuz var. Oyuncu,senarist, yönetmen, yazar vs..Ama bunların en önde geleni edebiyatçı olması. Kaleme aldığı kitaplarını sadece okumuyorsunuz adeta izliyorsunuz. Zaten kendisi de öyle yazıyor satırlarında..
“Bizim sesimiz aslında yaşadığımız coğrafyanın, kişisel ve toplumsal tarihimizin ve belleğimizin bize bağışladığı bir “tını”dır. Aslında yazmıyorum da bir şey çekip izletiyorum gibi”
Kesal Avanos doğumlu ancak İzmir aşığı. Bu aşkı ona Urla’da UrlaDam adında harika bir kültür sanat merkezini hayata geçirtmiş. 1984 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu.1984-90 yılları arasında Ankara’nın kasaba ve köylerinde hekimlik yaptı. 1990 yılında geldiği İstanbul’da özel sağlık sektöründe yer alarak poliklinik, tıp merkezleri ve Özel Okmeydanı Hastanesi’ni kurdu. Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak” filmindeki oyunculukla başlayan sinema ve dizi serüveni aynı hızla sürüyor. Sayamayacağım kadar ulusal ve uluslararası ödül sahibi. Öncelikle UrlaDam’ı konuşuyoruz..
“ 95 yılına kadar poliklinikçi oldum. 95 yılından sonra Fransa’ya taşındım ve bir sene yaşadım. Bu arada aklımda hep sinema yapabilir miyim düşüncesi vardı. 97 yılında Türkiye’ye döndüm ve bir hastane açtım. Hastaneyi iki sene önce sattım. Sonra Urla’da burayı gördük ve bir kültür sanat alanına dönüştürdük. Burası hem bir yaşam alanı hem de work shoplar, atölyeler,sergilerin olduğu bir yer. Etkinlikler düzenlediğimiz 600 kişilik bir açık tiyatro mevcut. İzmir’e ve Urla’ya aşığım. Benim başkentim İzmir’dir. 1976 yılında, 17 yaşımda, sabahın çok erken bir saatinde Basmane Bulvarı’nda indim troleybüsten. Bulvarın ucunda deniz vardı. Çok güzel, ılık ve kokulu bir rüzgâr esiyordu yüzüme. Kemeraltı, Saat Kulesi, Karşıyaka vapuru, boyozcular, karadut şerbeti… O dakikada âşık oldum İzmir’e ve hiç bitmedi bu aşkım. İlk gençliğim, ilk sevdam, ilk ayrılığım… Tüm ilklerimin şehridir İzmir. 24 yaşımda hekim oldum, ayrıldım sonra. Hayatımın en coşkun, mutlu, pervasız ve hiç kirlenmemiş yıllarını İzmir’de geçirdim. Hiç de kolay geçmeyen, ölümle, zulümle dolu, 80 öncesi yıllardı o yıllar. Fakat nedense, bir tane bile kötü anı yer etmemiş hafızamda.’’
“Eşinizle nasıl tanıştınız?”
“Nazan Dokuz Eylül oyunculuk mezunu, benden 10 yaş küçüktür. 90’lı yıllarda kurduğum polikliniklerden biri psikiyatri merkeziydi. Orada verilen bir seminerde ortak bir dostumuz aracılığıyla tanıştık. 2005’de evlendik. 2006 da oğlumuz Poyraz oldu.”
“Dile kolay 12 kitap..”
“Teşekkürler. Yazmayı seviyorum hele ki anılarımdan derlediklerimi. Yazdıklarımın kaynağı deneyimlerimden başkası değildir. İlk kitabım Peri Gazozu son kitabım “Hekimlik Sanatları”. Çocukluğunda hekimlere özenme ile başlayıp tıp öğrenciliğine uzanan hikayem üzerinden, hekimliğin değişik veçhelerine bakıyorum.. Mecburi hizmet, taşra hekimliği, muayenehanecilik, uzmanlık, hastanecilik… Hekimliğin emek süreci, zorlukları, hazları, muammaları üzerine ve tabii biz hekimlerin toplumsal ve siyasal sorumlulukları üzerine. Şimdi yeni bir kitap üzerinde çalışıyoruz Yenal Bilgici’yle. İsmi “İsim Şehir Film Roman”
“Sinemaya da çekilen “Nasipse Adayız” ve “Evvel Zaman” birkaç kez okuduklarımdan. Adeta klasikler gibi. Yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı Bir Zamanlar Anadolu’da filmi sizin Keskin’de bir ceset arama hikayesinden yola çıkılarak yazılan bir senaryo . Bir olayın nasıl bir filme dönüştüğünü anlatan bir kitap “Evvel Zaman” Ondan söz eder misiniz?”
“Daha önceleri görev yaptığım kasabayı bir kac kez ziyaret ettim. Gördüm ki biz zamansız ve mekansız bir film yapacagız. Çünkü Keskin’de çok fazla bir şey değişmemiş. Araçlar, ben 1984 yılında nasıl bıraktıysam öyle duruyor. İnsanlar aynı. Yani burada zaman başka bir biçimde akmakta. Çok da öyle somut ve herkesin üzerinde anlaştığı bir tarifi yok zamanın. Kimisi için çok ağır geçen bir şey bizim için çok hızlı geçebiliyor. Doktorluk yaptığım kasabada başımdan bir gecede geçen olayı bir film olarak yapmaya kalkıştığımızda gördüm ki insanın bir saniyesi bile tekrar edilemez. Biz 70-80 kişi üç yıl onca para harcayarak bir gecelik yolculuğu ‘’taklit’’ etmeye çalıştık aslında. Gördüm ki, yaşadığımız her saniye nasıl kıymetliymiş meğer. Biz böyle hiç bir anlam yüklemeden ve öyle geçip gitmesine nasıl da müsaade etmişiz. Bu biraz insanın hayata karşı sorumluluğuyla da ilgili bir şey. Zamanı tarif ederken, zamanla ilgili kullanacağımız kıstasların ve argümanların sanki biraz daha başka şeyler olması gerekir. Çünkü insan ömrünün tarifine kadar da gidebilir bu. Belki de burada Deniz’lerden bahsetmek lazım. Deniz’i, Hüseyin’i, Yusuf’u, yani o dönemin gençlerini düşündüğümüzde hakikatten kocaman, belki 50- 60’lı yaşlarda ki insanlar gibi hayal edilebilir yaptıkları, söyledikleri. Ama bu çocuklar 22- 23 yaşındaydı. Demek ki 23 yıllık hayatlarına büyük birikimler sığdırmayı becermişler. Sizin zamanla kurduğunuz ilişki bilincinizle de vicdanınızla da, belleğinizle de alakalı.”
“Edebiyat hayatın her alanında var değil mi?”
“Şahsi yolculuğumda edebiyat birikimim beni sinemacı yaptı. Eğer edebiyat olmasa ben sinemacı olamazdım. Edebiyat benim bütün hayatımı yoluna koyan bir şey oldu. İnsan okuduklarıyla terbiye olur. Bir söyleşimi ““sinema edebiyattır, edebiyat da sinemadır” diyerek bitirmiştim. Esasında sinema, tüm yaratıcı sanat dallarının kendine hizmet ettiği, adeta “vakum “ özelliğine sahip çok şanslı ve güçlü bir sanat dalıdır. En sıkı yol arkadaşı da edebiyattır. Senaryo, kendisi de edebi bir metin olmasının ötesinde, tüm edebiyat eserleri de potansiyel birer senaryodur. “Bir edebiyat eseri sinemaya nasıl aktarılır” sorunsalı çok tartışılmış bir mesele. Kısaca söylemek istersem, ben, edebiyat eserlerinin okunduktan sonra bizde bıraktığı duygunun esas alınarak yeni ve özgün bir metnin yazılması gerektiğine inanıyorum. Oyunculuğa girişim geç oldu ama hızlı bir serüvenim olmuşsa bunu edebiyata borçluyum”
“Diziler hayatımızın bir parçası zaten. Dizi seçimlerinde nelere dikkat edersiniz”
“Ulusal kanalda tutmuş bir dizide oyuncuysanız garanti bir gelir kaynağınız oluyor. Kamera arkasında görünmeyen çok büyük bir ekip var. Oyuncular kalıcı ve garanti bir işi tercih eder. Televizyona nazaran dijitalde iş yapmak benim daha çok hoşuma gidiyor. Çünkü reytinge esir olmayacak proje oluyor. Seçilen konularda sonu ve başı belli olduğu için daha kolay yürüyor her şey. “
“Ya filmler? Keşke şu filmi redetmeseydim dediğiniz bir senaryo oldu mu?”
“Ben hep iyi senaryolar seçtim, Edebiyat birikimim kolaylaştırdı işimi. Hiç para konuşmadan senaryoya güvendiğim için girdiğim projeler olmuştur.”
Ercan Kesal yorgunluğunu kitap okuyarak, tek başına kalarak atıyor. Onu bir süre yalnız bıraksalar bütün yorgunluğu gider. Türkü dinlemeyi de söylemeyi de çok seviyor. Güzel yemeklerin peşine düşenlerden. Son cümleler Kesal’dan.
“ Zamanımızı daha iyi kullanmalıyız. Ömür çok sınırlı bir zaman parçası. İnsan eninde sonunda ölecek. Son zamanlarda vücudum bunu sık sık bana hatırlatıyor. Şu kalan süreyi daha verimli, daha keyifli, hakkını vererek kullanmak istiyorum”
Erkan Sevinç