O bir sokak kahvecisi
O ilk kahveyi kendine yapan bir sokak kahvecisi. İlk kahveyi cezveyi sürdüğü kömür ateşinde ve ağır, ağır pişirmiş ve kulpsuz bir fincanla yudumluyor.
Bana bazı arkadaşlarım neden hep eski ile ilgileniyorsun diyorlar. Bu fotoğraf size bir cevap olur mu? Sizler de biliyorsunuz ki eskinin hali bir başkaydı. Bakın bu bir fotoğraf değil aslında, o bir siyah beyaz kartpostal.
Gelin beraber bir inceleyelim.
Kıyafetine bakılırsa, ki bakmak lazım. Zaman Osmanlı dönemi.. Potur bazı yerlerde de şalvar denilen ve bugünün çok bol pantolon’un yerine geçen bir giysi var ayağında. Olmazsa olmazı başa sarılan sarık bize dönemin ne olduğunu açıkça anlatıyor.
Tezgahını bir sokağın taş ile örülmüş bir duvarın dibine kurmuş. Kollarını sıvamış. Üstünde galiba bir cepken var. Belinde de o zamanlar ismi “Trablus Kuşağı” olan kuşaklardan. Kartpostal renkli olsaydı belindeki kuşağı kırmızı görecektik.
Bu kırmızı Trablus Kuşağı’nın bir de bele dolama usulü vardı. Kuşağı kuşanacak olan kimse orta bir yere çıkar kuşağı bir kere beline dolar, karşısında bulunan eşi veya çocuğu, bu kuşağın ucundan tutar kuşanacak kişi ise dönerek o kuşağı beline dolatmış olurdu. Ya da kuşağı dolayacak olan, saracak kişinin etrafında dönerek kuşağı sarardı. Kuşağın ucunu da kuşağın içine sokardı, Burası ideal bir cepti . Para kesesi, sigara tabakası ve içme çubuğunu burada muhafaza ederdi.
Ayağında Osmanlı zamanı ‘yemeni’ denilen terlik ile ayakkabı arası bir yemeni var.
Uzuna yakın kırlaşmış sakalları bulunuyor. Anılan zamanlarda erkeğin sakalsızı pek makbul değildi.
Altında ise koyu renkli ihtimal siyah şalvar var. Zaten o dönemlerde açık renk şalvar olmazdı. İşi gereği işçi sınıfındaysanız ya siyah ya da acı kahve rengi şalvar giyerdiniz.
Kahvecinin önünde bir iş önlüğü görülüyor. Mintanı ‘yakasız gömlek’ şalvarı kirlenmesin diye ve kahvenin ücretini aldığı zaman önlük cebine koyması içindir.
Seyyar ve açılır kapanır bir basit ve küçük bir masası var. Onu o taş duvara dayamış. Üstüne de ayaklı küçük mangalını koymuş. Birde mangalın üstünde bir su kabı duruyor. Zamanımızda kahveciler ona ‘yedek diyorlar’ . Sıcak su ihtiyacı için diye düşünürüm. Biz hep kahve diyoruz ama belki de çay da demliyordu. Gerçi ortalıkta çaydanlık görülmüyor. Ama yedek pırıl, pırıl. Belki de daha çaydanlığı masa altından çıkartmadı da diyebiliriz.
İlk kahveyi kendine yapmış ve kulpsuz bir fincanla içiyor. Dikkatli bakarsanız ağzının sol tarafında bir uzun çubuk var. O zamanlarda bu çubuklara ‘lüle’ de deniyordu.
İçine biraz tütün konur ve mangalın odun kömürü ateşi ile yakılarak içilirdi.
Bizim kahveci, kahvesini içerken lüleyi de ağzından çıkartmamış. Bu da bir maharet mi yoksa aşırı bir tiryakilik mi? İşin o tarafını bilemeyeceğim.
Etrafta gördüğünüz gibi üstü hasır ile kaplı bir alçak dört köşe yani kare bir tabure var. Müşterisi kahvesini rahat içmesi için düşünülmüş olsa gerek.
Bana göre bu duvar ve demirli pencere bir ibadethanenin arka duvarı veya bir türbenin de arka duvarı olabilir. Tezgahını oraya kurmuş. Ama taburelerden daha birkaç tane vardır diye düşünüyorum. Fotoğrafı çeken kişinin kadrajına girmemiş…
Ama bana çok keyifli bir fotoğraf olarak göründü.
Keşke zamanımızda olsa ya da ben o zaman yaşasam da bir sade kahve eşliğinde ona bir sürü sorsam.
.Evvela ‘Çarşı Ağası’yla iyi geçiniyor muydu?
Evin çorbasını kaynatacak kadar seyyar kahveden nemalanıyor muydu?
Nereden geliyordu?
Bütün bu öte beriyi yanında mı taşıyordu?
Yoksa bir yerle anlaştı da dükkanını kapattığı zaman oraya mı koyuyordu?
Sözün gerisi de söyleşi sırasında çıkardı her halde…
Masa üstünde beş tane kadar da basit tipli ve düz saçtan yapılan cezveler var.
Sağ tarafında hemen kahvecinin yanında üç tane yuvarlak tepsinin küçük bir kısmı görünüyor. Çünkü önündeki şeker kutusu geri kalan yerleri kaplamış…
Böyle ilginç meslekler vardı geçmiş zamanda. Bir gün size ‘yumruk rakısı”nı da yazayım. O da ilginç mesleklerden biridir.
Kartpostalın alt tarafında baskı ile Şehri İstanbul ve onunda üstünde Souvenir’e benzer bir yazı konmuş…
Bu kartpostal’ın 1900 lu yıllara ait olduğunu kart postalı bulduğum zaman okumuştum…
Sırf bu sokak kahvecisi için o yıllarda yaşamak isterdim…
Gürol Tulunay