İspanyola aşkın ateşini ver bana

“İspanyola, aşkın ateşini ver bana, Ah Maria “demişti 90’lı yılların hemen başında Coşkun Sabah. Buradan ilham alarak sizlere paylaşacağım yazı Flamenko dansı olacak. Ama öyle Flamenko veya Tango anlatmayacağım. Bundan önceki sayılarımızda Tangonun ve Flamenkonun önemini ve hikâyesini yazan değerli yazar arkadaşlarım gibi. Haber spikerliği, TV sunuculuğu ve şimdi de Flamenko sanatçılığı yapan sevgili dostum Özgecan Siyez’le buluşmamı anlatacağım.

Sevgili Özgecan, Dansa olan tutkun ne zaman ve nasıl başladı?

Ben henüz çocukken, Lambada şarkısı ve dansı popüler olmuştu, bunun üzerine Ayşe isminde bir arkadaşımla birlikte bir dans grubu kurduk ancak büyütemedik. Sonrasında dans hayatımda her zaman tutku olarak devam etti.

Flamenko’dan bahsetmek istiyorum. Sert bir duruş sergilemekte. Bu anlamda hayatını etki eden durum nedir. Neden Flamenko?

Flamenko aslında benim için bir flört gibi, sert duruş görüntüsünün sebebi de Endülüs Dönemi tarihinde isyanı sembolize ettiği için öyle bir görüntü çiziyor, aslında aksine içinde makamlarla birlikte dramanın da barındırdığı bunu yüzünüzdeki mimikle, ayak vuruşlarınızda küfreder gibi sertliği de ortaya koyabilirsiniz, farruca adında bir makamı var ve tamamen maskülenlik bekliyor. Her makamın ya da her şarkının farklı koreografilerinde aynı sertlik olmayabilir, bazen de birleşebilir. Biraz da dans eden kişinin kendi içerisinde oluşturduğu stile bağlı, hepimiz farklı duruşlar ve tavırlar sergileyebiliyoruz. Gelelim flörtleşme tarafına; ilk görüşte bu dansa hayran oldum, giyimi çok tarz ve duruşu çok özgüvenliydi. Hemen yakınlaşmak istedim, üstelik ayakkabım yok, onu tanımıyorum ve onunla birlikte nasıl bir yol yürüyeceğimi bile bilmiyorum. İlk tanışmamız şahane geçti, derken ikinci buluşmamızda o güne kadar başıma hiç gelmeyen bir şey gerçekleşti ve ayak başparmağımın tırnağı dipten kırıldı ve planta hareketi yapmam yani ayak parmaklarımı yere sertçe vurmam gerekiyordu, ondan vazgeçmeye de hiç gönlüm yoktu, acı da çeksem daha çok tanımak için daha fazla hatta gördüğüm her derse katılmaya başladım, yakınlaşmamızın başka da yolu yoktu. Beni de artık hayatında kabul etmeliydi, varlığımı ona göstermeliydim. Hepsi emek gerektirirdi. Derken Tangos makamı ile işve ve cilve yapmamı istedi, bana hep kırmızı güller armağan etti, bana öyle şarkılar mırıldanıyordu ki her makamı için ona uyum gösteriyordum ve onu olduğu gibi kabul etmek gerekirdi. Ve ruhumu okşayan şarkılardaki ritimle birbirimize uyum sağlamak bizi en fazla besleyen öge oldu diyebilirim. Beni hiç ilgisiz bırakmadı ya da manipüle etmedi, yağmur altında da günbatımında da pek çok mekân ve pek çok koşulda birlikte dans ettik. Ayrılmaya da hiç niyetimiz yok, kemiklerim sahneden toplanıncaya kadar hayatımda var olmaya devam edecek…

Sanatın içindesin, ilgilendiğin başka meslekler nedir?

Evet, sanatın içindeyim hatta sadece müziğin değil sanatın genel olarak ruhun gıdası olduğuna inananlardanım ki bir sonraki sorulardan birinde de bunu açıklamış olacağım. İlkokula giderken; ne olmak istiyorsun diye sorduklarında hep büyüdüğümde “Stilist” olmak istediğimi söylerdim ve hep çizimler yapar arkadaşlarımdan notlar isterdim ki hala o defterim de durur. Büyüdüğümde de akademik anlamda ülkemdeki eğitim stilist olabilmek için yetersizdi ben de heykel ve seramik okudum bu yönde de çalışmalar yaptım. Bir dönem keman çaldım, keltik arp çok eskiden beri hayalimdi ama erişmek artık mümkün değil. Roman ve şiir önce okumayı daha sonra yazmayı da çok sevdim. Resim bambaşka bir arena benim için ve sergi açmak gibi de bir hayalim var. Dansı da içinde barındıran kadına yönelik şiddetle ilgili bir müzikal hayalim de var. Aslında söyleyecek çok şey var ama kısıtlı cümlelerle bir dönem iç mimarlık teklifi aldığımda bu eğitimi yurtdışında alıp bu yolda devam etmek istemiştim. Gelelim günümüzde ben; Uluslararası İlişkiler okudum, sanırım realist tarafım da tüm etnik kökenleri ve kültürlerini tanımak istiyordu, tarihleri ve siyasi tavırları ve bununla birlikte haksızlığa karşı olan tavrım da başkalarının telaffuzu ile avukat olmalısın diye söyleniyordu. Şu anda bilişimle ilgili yüksek lisans yapıyorum ve yapay zekâ ya da insan hayatını kolaylaştırmayı düşüneceğim projeler geliştirerek bilim kadını olmak istiyorum.

TV spikerliğinden bahsetmek gerekirse eğer?

TV Spikerliği için; aslında yine geçmişten gelen bir arzunun tetiklenmesi ile başladı, bir İstanbul gezimde bir TV kanalını ziyaret ettiğim esnada ben bir gün burada ana haber okuyacağım diye yola koyuldum. Bunu söyledikten birkaç yıl sonra spikerlik ve sunuculuk eğitimi aldım derken, çeşitli ulusal kanallarda ekonomi haber muhabirliği yaptım, hedefime ulaşamasam da bağımsız gazeteci olmaya devam kısmı için önümü göremiyorum.

 Sanat Terapiliği Dersek?

Sanat terapistliğine gelirsek; heykelle ilgili üniversite zamanlarımda bu konuya ilişkin İtalya’da bir hastanenin var olduğuna ilişkin bir haber okudum, biraz İtalyanca da öğrendiğim için videolarını izledim ve çokça araştırdım. Sanatın iyileştirici gücüne daha fazla inanmaya başladım. Ülkemiz tarihine bile baktığımızda Edirne’de “Ağaçla Sarmaşık” hikâyesine rastlayabilirsiniz. Özellikle Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ndeki Ahmet Kutsi Tecer’in 1957 yılında yazdığı “Ağaçla Sarmaşık” isimli şiiri ve bu şiirin hikâyesini sizlerle paylaşmak isterim.

AĞAÇLA SARMAŞIK

Burada, bu eski Darüşşifa ’da

Birbirine âşık iki genç varmış.

Kızın bulunduğu yer loş bir oda,

Oğlanın kaldığı yer daha darmış.

Her sabah avluda buluşurlarmış,

Doluncaya kadar bir kum saati,

Kızın etrafını periler sarmış,

Oğlanın altında bir sihir atı.

Nihayet bir zaman gelmiş, sıhhati

Düzelmiş bu iki sevdalı gencin

Bir anda kaybolmuş hayatın tadı,

Meğer saadetmiş bu onlar için.

Son defa yan yana gelmiş ikisi,

And içmiş bir daha ayrılmamaya;

Kandırıp bu iki âşık herkesi,

Yeniden girmişler Darüşşifa ’ya

En sonda acımış onlara Hızır,

Yaptığı bir iksir varmış kendinin,

Uyuduğu zaman Başhekim, Nazır

İlacına katmış her ikisinin.

İçince iksirden bu iki âşık,

Dünyası değişmiş her iki canın,

Kız bir ağaç olmuş, oğlan sarmaşık,

Issız bahçesinde Darüşşifanın.

Ahmet Kutsi Tecer

 

Hikayeyi gözden geçirdiğimizde ise; Ahmet Kutsi Tecer şiirinde Darüşşifa ‘da kalan birbirine aşık hasta kız ile hasta oğlanın aşkını anlatıyordu. Şiirde özetle, her sabah Darüşşifanın avlusunda buluşan hasta iki aşığın, sıhhatleri düzeldikten sonra bir anda hayatlarının tadının kaybolduğu, son bir kez yan yana geldiklerinde ayrılmamaya ant içtikleri, herkesi kandırıp yeniden Darüşşifa ‘ya girdikleri, en sonunda Hızır’ın onlara acıdığı, yaptığı bir iksiri Başhekim ve Nazır uyuduğu zaman ikisinin ilacına kattığı, iki aşığın iksiri içtiklerinde dünyalarının değiştiği ve Darüşşifanın ıssız bahçesinde kızın bir ağaç, oğlanın sarmaşık olduğu belirtiliyordu.

Ana tema ile o dönemde hastalar su ve musiki sesi ile tedavi ediliyormuş. Şu inanılmaz güce bakar mısınız? Başka bir örnek vermek gerekirse; Van Gogh’un intihar sebebini yaptığı resimlerden bulmamız mümkünmüş ki patolojik olarak tam bir tanı koyulmasa bile şizofreni ihtimali öngörülebiliyor. El yazınız üzerinden grafoloji bilim dalı aracılığı ile karakteriniz hakkında analiz yapılabiliyorsa bu neden olmasın diye düşünmeden edemiyorum açıkçası.

Kendi açımdan bir değerlendirme yapmam gerekirse; olay ya da kişilere değer ve anlamı biz veririz. Aynı flamenkoda olduğu gibi ben ona bu değeri ya da bu anlamı yükledim, benim için bir sevgili gibi, üçüncü kişi ya da durumlar aramızda yok ve bana hiçbir zaman çok kötü dans ettiğimi söylemedi. Sanat terapisinde de olaylara yorum katmadan doğru sorularla danışmanın yapacağı sanatsal bir çalışma ile bu cevapları bulmasını sağlıyoruz diyebiliriz. Bu anlamda uluslararası literatürde geçebilecek bir eğitim aldım ve sadece bir uygulayıcısıyım. Bu nedenle bir teşhis ya da tanı koymam mümkün değil ki zaten net ve keskin olması da imkânsız. Önemli olan değersiz hissetmemek ve hissettirmemek, öyle bir an geliyor ki en çok sevdiğin şarkı ya da filmin içinde aslında kendini ya da yaşadığın travmayı ve bunun kaynağını keşfedebiliyorsun. En önemli şey iletişim, buna kendinle başlıyorsun ki bunun adına kendi içsel dönüşümün diyelim, kendini keşif diyelim, adı her ne olursa olsun başkalarını anlamak önce kendini tanımak ve anlamaktan geçiyor. Günümüzde gördüğümüz gibi manipülasyonlar kurtuluş yolu olarak seçilmiş, anlamak ya da hissettiğini anlatma şansın mümkün görünmüyor. Bu şansı da elde etmiş oluyorsun aslında.

Flamenko Gitaristlerinden İlham Aldığın İsimler

Flamenko dansı için makamlarını kavrayabilmek adına; müzik açısından iyi bir kulağa sahip olmak gerek. Biz dans ederken castanet çalıyor ya da aynı enstrümanla dans etmeye devam ediyoruz. İlham aldığım Flamenko gitaristi dediğimizde öncelikle bu noktada bir müzisyen değilim ama tabii ki iyi bir kulak varsa mutlaka dinlemekten keyif aldığımız müzisyenler de var ve bana göre en duayeni Paco de Lucia gerçek adıyla Francisco Sanchez Gomez diyebilirim. Üstelik “Benim tarzıma yön veren şüphesiz onun Flamenko olmasıdır, eğer Flamenko olmasaydı ben olmazdım.” diye bir cümle kullanmış. Sayacak eminim pek çok isim vardır, ama ben bana serenat yapacak kişiyi bekliyorum, serenat sonrası bahçeye inebilir ve ağaçla sarmaşık hikâyesine dönüşebiliriz diye düşünüyorum.

Sevgili Özgecan, umarım bir gün sana serenat yapacak biri çıkacak karşına. Renkli bir sohbet oldu teşekkür ederim. Yazımın başında dediğim gibi, sordum, cevapları uzun uzun aldım ve yazdım. Ben de o zaman unutulmaz Türkçe Flamenko parçasının sözleri ile veda edeyim yazımıza.

Tut, asırlık umutlarla acılarla

Tut, bırakma peşini hayatın ateşini gel

Ah, akıp gider oyun akıp gider

Devam eder hayat

Ah, uyan da gel Tuana

Yüreğim kan ağlıyor

Sana söz yine baharlar gelecek

Sana söz ışık sönmeyecek

Ölüm yok ki Tuana uyan

Şimdi yaşanacak

Sana söz yine baharlar gelecek

Sana söz ışık sönmeyecek

Söz, söz, söz, söz

Söz, söz, söz

Eray Bozkurt

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu