Gün görmüş geçirmiş asırlık bahçe kapısı
Balçova Yörük Mahallesi, Mürsel Paşa Sokak girişi.Ahı gitmiş, vahı kalmış bahçe kapısı hep dikkatimi çekmiştir, ne zaman Mürsel Paşa Sokağa gitsem bu kapının önünden geçerim, aslında bu sokak bu bahçe kapısının olduğu evle başlar.
Bu evin hemen yanında, Çaçaron Mehmet’in evi vardı.
Çaçoron Mehmet sizlere ömür, evi mi? Artık o da tarihe karışanlar içinde. O sokağa belki 15 belki de 20 kere gittim, hiç birinde bu evin sahibi ile karşılaşmadım. Ta ki ev yıkılmadan bir iki gün önce ki gidişimde baktım bahçe içinde olan evin kapısında bir bey duruyor, hemen seslendim.
– Merhaba, iyi günler. Sizinle hep karşılaşayım istemiştim, nihayet karşılaştım.
– Merhaba, neden karşılaşmak istemiştiniz?
– Merak ediyorum sizde evinizi müteahhite verdiniz mi? Onu sormak istemiştim.
– Daha karar vermedim ama, bütün komşular vermiş, bir ben vermesem ne olacak, mahkemeye verecek yine evi alacak. Bir iş yapacaksak, birbirimize kolaylık sağlamak gerekir diye düşünüyorum.
– Hayırlısı olsun. Bakın bahçenize bir kaç sebze ekmişsiniz, bir iki tanede tavuğunuz var galiba, şurada eşelenenler.
– Evet onlar benim, daha bir iki tane olacak ama kapıdan dışarı kaçmışlar, ama akşama gelecek yerleri burasıdır, başka yerde kalmazlar.
– Anladım, tabi apartmanda tavuk yok, kümesten yumurta almak yok, sebze de dikmek yok öyle değil mi?
– Zaten beni en çok düşündüren hususta o. Ben komşulara evlerimizi müteahhite vermeyelim, sonra bu rahatımızı çok arayacağız diye birkaç defa söyledim. Ama komşu kadınları artık rahat etmek istiyorlar, yani biz erkeklere laf söyleyecek hal kalmadı. Belki de haklılar bütün sıkıntıyı onlar çekiyor. Şu ahir ömürlerinde de rahatlık istiyorlar artık. Yani o nedenlerle ben de evet demek zorundayım.
– Hakkınızda hayırlı, uğurlu olsun. Dilerim hepiniz yeni dairelerinizde mutlu olursunuz. Tabi bir süre eski evi arayacaksınız ama sonra sizde alışacaksınız. Ancak saksılarda bir şeyler dikip yetiştirirsiniz, o da bir şey ..Meraklı olan balkonda da bir şeyler yapar. Şansınız açık olsun…Hoşçakalın.
Sonra bahçe kapısına bir daha baktım ve beye seslendim.
– Sizin ev kaç yıllık?
– Babamdan bana kaldı, galiba ona da babasından kalmış diye bir kere anlatmıştı ama, aklımda kalmamış, her halde yüz yaşının üstündedir diye sanıyorum. Neden sordunuz?
– Bu kapı, bahçe kapısı hep var mıydı?
– Evet, onu da evle beraber dedem yapmış olmalı. Yine soracağım neden siz kapıyı sordunuz?
– Değişik bir tipi var. Kim bilir neler gördü geçirdi, kaç kişinin evlendiğini gördü, kaç kişinin askere gidişine ve dönüşüne şahit oldu. Kaç bebenin doğuşunu duydu ve kaç kişinin ebediye gidişine şahit oldu. Belki de bu kapının önünde, nişanlar, düğünler kuruldu davullar çaldı.
– Bir dakika, bir dakika, bütün bu dedikleriniz oldu. Dedemi hatırlamıyorum ama babamı bu kapıdan eğilerek, hatta bayağı eğilerek çıkardık, ben bu kapıdan çıkıp askere gittim ve dönüşte bu kapıdan girdim. Biliyor musunuz ben bu kapı önünde kurulan düğün ile evlendim. Hoş zaten siz doğanlara kadar biliyorsunuz.
– Hayır ben bir şey bilmiyorum, ben size tahminimi söyledim evin yaşına göre,
başka bir şey değil. O zaman yol topraktı, asfalt değildi öyle değil mi. İhtimal düğün günü, sürekli sulanmış, süpürülmüş ve beton gibi olmuştur sanıyorum.
– Valla o da doğru, bir gün evvel akşamdan başladım, ıslatıp çalı süpürgesi ile süpürmeye, onu da bildiniz. Asfalt, yapılalı çok seneler olmadı daha. Pardon ayakta kaldınız, vaktiniz varsa bir sandalye vereyim, kapının önünde oturalım biraz ne dersiniz, olur mu?
– Tabi, olur.
Biraz sonra iki tahta sandalyeyle geldi.
– Buyurun sizi içeri davet edemedim, ortalık dağınık, o nedenle sizi alamadım.
– Önemli değil, bence dışarısı daha iyi.
– Valla, ben bu müteahhit işini çok istemedim, ama çoğunluk ne derse o olacak gibi görünüyor. Biliyor musunuz sizi daha önceden tanıyorum Çaçoron’a geliyordunuz sık, sık.
– Evet Çaçoron Mehmet eski arkadaşımdı. Onu da uğurladık öte tarafa, son günlerde iyi değildi. Allah rahmet eylesin..
– Kaç defa niyetlendim sizin sohbetinize katılmak için, sonra ayıp olur diye düşündüm, bir kere tanışmıyorduk bile.
– Tanışırdık işte, siz de bizimle oturur konulara iştirak ederdiniz. Zaten biz Çaçaronla bir araya geldik mi, eski Balçova yı konuşuruz, eski arkadaşlarımızı, öte tarafa gidenleri yad ederiz. Keşke siz de bize katılsaymışsınız, o zaman Çaçoron da henüz sağdı. Size bir şey söyleyeyim, aklına gelen bir şey varsa ve yapılabilecek gibi masum bir şeyse, hiç vakit geçirmeden uygulamaya koyun derim. Nedenine gelince, bir daha sizinle şöyle oturup konuşmanın garantisi var mı?
– Çok doğru söylediniz. Ben de bundan sonra söylediğiniz gibi yapacağım, haklısınız, neyin garantisi var ki.
– Ben izninizi istiyorum, güneş uygunken biraz fotoğraf çekeceğim, ışığı kaçırmak istemiyorum. Hoşçakalın.
– Gene gelir misiniz diyeceğim ama ben ne olacağımı bilmiyorum ki. Nerede otururum, nasıl anlaşma olur, bunlar henüz yerine oturmamış konular.
– Kısmetimizde varsa gene karşılaşırız iyi günler…
– Size de iyi günler, sohbet için teşekkür ederim.
– Ben de…
Konuya kapı ile başlamıştık, gerçi artık o kapı muhtemelen yok hükmünde, ama en azından dedesinin yaptığını öğrendik beyden. Üçüncü kuşak olduğuna göre rahatlıkla bir asırdan fazla ömürlü bir kapıydı, Şimdiye kadar o da hangi sobaya yakıt olmuştur kim bilir?…
Hay Allah, birbirimizin ismini bilmeden muhabbet ettik. Ne o sordu ne de ben sordum ismini.
Asırlık bahçe kapısı ile başlayan bu söyleşi çok konuştuğumuz ama tanışamadığımız bir sohbet oldu…
Gürol Tulunay