Çöküş
Başucu kitaplarım vardır. Masamın üstünde hep dururlar.Zaman zaman karıştırır,altını çizdiğim bölümleri okur,sayfa kenarlarına aldığım notlara göz atarım.
Bu kitaplardan birinden,yazarın 1900’lerin başlarındaki anılarından,koyduğum başlıklar altında alıntılar yapacağım.
Bakalım bugün ile benzerlik ve farklılıkları var mı?..
ÜLKENİN DURUMU:
“İlkokula gittiğimde Plevne ve son Yunan zaferinin hatıraları henüz taze idi.Hocalarımız Osmanlı hanedanının zafer destancıları idiler.Son harbde Rusların Yeşilköy’e kadar geldiklerini bize söylemezlerdi bile…Ondokuzuncu yüzyılın ikinci dekadına doğru nasıl olup da tarihin mezarına gömülmeden atlatabildiğimize hala şaştığım kara günleri duygulu bir Türk bir daha yaşamak değil,hatırlamak bile istemez…” (s:4)
EĞİTİM:
“Bizim çocukluğumuzda yaş haddi olmadığı için sübyan mektepleri denen medrese yuvacıklarında pek küçükken okumaya başladık…Kur’an,Tevcit ve İlmihal’den başka ne öğrendiğimizi pek hatırlamıyorum…”(s:7)
Sakallı ve sarıklı bir mubassırımız vardı…Ezan okunduğu vakit hepimizi okuldaki camie süren de o idi…”(s:10)
Önümde Rüştiyeden diploma notlarım var:
Kur’an-ı Kerim 9,Tecvit 10,
Ulum-u Diniyye 9,Ahlak 9,
Sarf-ı Osmani 10,Kıraat 10,
Hesap 7,Coğrafya-ı Osmani 5,
Tarih-i Osmani 10,
Fransızca 9,Sülüs 5,Rıka 5.
Hamid devrinin ortaokulu bu…”(s:8)
ULUS-ÜMMET:
“Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum.Bizim çocukluğumuzda Türk kaba ve yabani demekti.İslam ümmetinden ve ‘Osmanlı’ idik.İlmihal’lerde baş dersimiz ‘Din ile Milliyet’in bir olduğunu öğrenmekti.
Vatan sözü yasaktı.Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm.Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum.
Padişah kulları idik…”(s:5)
SARAY:
“Okul çıkışında her akşam sıraya girer, ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık…”(s:5)
“Bir gün padişahı görmek hevesine kapıldım…Çoğu esnafa,taşralıya benzer, şalvarlı,abani sarıklı,yahut hoca,kravatsız bir halk seli.Hepsi padişahı uzaktan uzağa da olsa bir iki dakika görebilmenin sevinci içinde.Bakışlarını onun yüzüne değdirebilmiş olanlar pek tatlı bir rüyadan uyanmış gibi…
Daha sonradan birleştirip de hüküm çıkardığıma göre bizim evde ve çevremizdeki aydınların…tenkitleri ile bu halk sevgisinin birbirine aykırılığı pek meydanda idi…(s:6)
“Aslına bakarsanız devlet Hamit devrinde dağılmak için bir vuruş yetecek kadar çökmüştür.Fakat halk aslına bakmaz…(s:47)
“Ama imam ve hatipleri ile bütün camiler,müderrisleri ve softaları ile bütün medreseler,bunların tesiri altındaki kalabalık,tekkeler,zaviyeler,alaylı subaylar ve aşiret alayları hepsi Saraycı idi…”(s:28)
BASKI:
“…ev basıldığını,kağıtlar ve kitaplar toplandığını,sürgüne adamlar gönderildiğini sık sık işitirdik…Padişah kullarının ölümden önceki korkusu Fizan’a gönderilmekti…”(s:9)
“Bir hürriyettir,bir istibdattır,şiirde ve nesirde bahisleri geçerdi ama doğrusu ne olduklarının pek farkında değildik.Sırf yasak olduğu için Tevfik Fikret’in “Sis”ve “Tarih”ini ezberlemiştik…”(s:10)
“Hafiye korkusu olduğu için herkes susar.Bahsi havaya suya dökerker…”(s:13)
EKONOMİ:
“Bütün karlı gelir kaynaklarımız Düyun-i Umumiye idaresinin elinde idi.
Dolmabahçe,Çırağan,Beylerbeyi ve bunlara benzer saraylara harcanan milyonlarca altın borcu ve yığılmış faizlerini…ödemek zorunda idik…Bütün işletmeler,su,elektrik,tramvay,havagazı,limanlar,demiryolları,fenerler ne var ne yoksa hepsi imtiyazlı yabancı sermayenin sömürgesi idi…”(s:63)
“Kapitülasyonları henüz bilmezdik.Fakat Osmanlı polisinin ve hafiyelerinin ne Pera-Palas ne de Anadolu demiryolları idaresi kapısından içeri giremeyeceğini bilirdik…Yabancıların zabıtası ve adliyesi konsolosluklardı…”
s:18)
“Çocukluğumun bu son yıllarından kalma bir hatıram,aydınlardaki karamsarlığa karşı halk maneviyatının yerinde oluşu idi…Bir gün Rumeli Kavağı kahvesinde otururken,ak sakalı bir balıkçılar ağasının toprak Tabya üstündeki iri bir topu göstererek:
-“Bu toptan bir burada,bir Çanakkale’de var,üçüncüsü de İngiltere’de imiş”
deyişindeki hali şimdi de gözümün önüne gelir…”(s:11)
“Teşrifatçısı,mabeyincisi,muhafızları,kilercileri,ahçıları ve diğer badegan’ı ile… bu Saray parçasını ağırlamanın hayli güç olduğunu hatırlıyorum…” (s:55)
ŞERİAT-HİLAFET:
“Halk yığınları medrese hocalarının hükmü altında idi.Daha doğrusu biz Türkler, yüzde doksan kendi ortaçağımızın miskinliği ve körlüğü içinde pinekliyorduk.
Hocaların halka verdikleri inanç,şeriat rejiminden ayrıldığımız için bu felaketlere uğradığımızdı.Yeniden Asr-ı peygamberiye,yedinci milad yüzyılına dönmeli idik.
Topraklarımızı paylaşmak ve Anadolu’da yeni devletler kurmak isteyenlerin de dileği bundan ibaretti:
Biz Türkler kurtuluş yolu bulmamalı,medrese kafasının karanlığı içinde göçüp gitmeliydik…”(s:63)
“Bozgunlar arttıkça başkomutanlık ve arkasından polis mukaddesatçılığa sarılmıştır.Bıyığını iki kenarından kesip kuyruksuz bırakan subay doğru Merkez Komutanlığı’na!
Çarşaflar aşık kemiğine kadar mı inecek,daha da aşağı mı…koca bir heyet bu mesele üzerinde…
Evlilik vesikanız yanınızda olmadıkça peçeli karınızla bile arabaya binemezdiniz…Ramazan’da oruç baskınları…”(s:81)
“Ziya Gökalp “La-Dinilik” deyimi ile Layısizmi anlatmaya çalışıyordu.
“La-Dini” yi hocalar “Din Dışı” yerine “Dinsizlik” diye çeviriyorlar….”(s:61)
Alıntı benden,bugün ile karşılaştırmak sizden…
Alıntı yaptığım kitap mı?
Falih Rıfkı Atay’ın…
‘İMPARATORLUĞUN BATIŞ YILLARI’
Muammer Toprakçı