Borç
Kimseye borcu olmayan şanslı kişilerden misiniz bilmiyorum ama global ekonomide ‘borç’ yiğidin kamcısı olmalı ki, küresel kamu borcu geçen yıl itibari ile 100 trilyon dolara yaklaşmış durumda!
Doğal olarak ‘zengin’ ve ‘refah’ düzeyi yüksek olanları en borçsuz ülkeler grubunda düşünebilirsiniz ancak gerçek öyle değil. 33 trilyon dolara ulaşan kamu borcuyla, dünyanın en borçlu ülkesi Amerika! Çin, en borçlu ikinci ülke, Japonya’da 11 trilyon dolar ile onları izliyor. Elbette bunlar birer kamu borcu yani devlet hazinesinin bono, tahvil ve benzeri menkul kıymetler veya dış kredi sözleşmeleri yoluyla borçlanması kapsamında meydana gelen borçlar. Burada kamu kesimi borç stoku kavramı önemlidir, ve zamanı belirli bir dönemde belirli tüm kamu kurum ve kuruluşlarının iç ve dış borçlarının toplamını gösterir. Kamu kesimi borç stokunun GSYH’ya oranı da genel olarak kamu kesimi borç yükünü anlamak için iyi bir göstergedir.
Kamu borçlanması elbette durup dururken artmıyor: Örneğin geride bıraktığımız SARS-CoV-2 Pandemisinde çoğu ülkenin ekonomi otoriteleri, istihdam piyasasını korumak ve iflas dalgalarını engellemek için büyük ölçekli teşvik politikaları uygulamaları ile birlikte bu eğilim ivmelendi ve küresel kamu borcu son on yılda beş kattan fazla arttı. Halbuki bu peryotta küresel gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) ancak üç kat büyüyebildi.
Borcu olmayanlara değinince aklıma tasarruf paradoksu terimi geldi. Bu da bizleri makro ve mikro ekonomi kavramlarına götürüyor. Özünde kadim bir sorun olan ”toplumların, kıt kaynaklarla sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılama” problemini ortadan kaldırmak için üretim, tüketim ve bölüşüm yasalarını araştıran bir bilim olan ekonomi, ‘mikro’ perspektifte bireysel harcamaların oluşturduğu ekosisteme odalanırken ‘makro’ da, bugünlerde hepimizin değişmez gündemini oluşturan enflasyon,döviz kurları,altın, işsizlik,büyüme ,Merkez Bankası kararları ve kamu borçları gibi genel verilere odaklanır. İşte, örneğin geliri sabit olan bir kişi, tasarruf ederek kendisi için daha zengin bir hayat kurabilir ancak ülkedeki herkes tasarruf ederse toplum zenginleşmez aksine fakirleşir. Bunun nedeni, tüketimin ülke genelinde azalması ile birlikte yatırımların da dip yapmasıdır! İşte tasarruf paradoksu bu olayı ifade eder,bireyin mikro ekonomisi için iyi olan tasarruf, ülkenin makro düzleminde kötü sonuçlara yol açabilir! Bunu 1946’da kaybettiğimiz ünlü İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, ‘fallacy of composition’ olarak açıklamıştır. Makro ekonominin babası olarak kabul edilen Keynes’in 1936 yılında yayınladığı, efsanevi ‘İstihdam, Para ve Faizin Genel Teorisi’ kitabına bir göz atmak iyi olabilir.
Kamu borçlarına dönersek,bir ülkenin kalkınma ve genel olarak refah düzeyinin artışı için her ne kadar bulunmaz nimet olsa da bir çok komplikasyon taşıdığı tartışılmaz! Ülkeler,adaletsiz bir uluslararası ekonomik düzende finans ihtiyaçlarını kamu borçlanması ile sağlarken, denge kaçırıldığında ağır borç yükü, ülkeleri borç ödemek mi yoksa halka hizmet etmek mi kısır döngüsü ile baş başa kalmalarına yol açabilir. Çünkü artan borçlanma maliyetleri ekonomiyi soğuturken, devalüasyon gibi tedbirleri zorunlu kılar, sonuçta da büyüme yavaşlar..
100 trilyon doları bulan kamu borcu stoğu, küresel ölçekte sürdürülebilir kalkınma politikaları için de büyük bir risk vasfında. Birçok Afrika,Asya ve Latin Amerika ülkesinin borç ödemeleri miktarı, şimdiden eğitim ve sağlık için ayırdıkları bütçeyi geçmiş durumda.. Bu ülkelerin borçlanma maliyetlerinin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini ne derece bloke ettiğini geçen sene Birleşmiş Milletler bir raporunda detaylı olarak ortaya konulmuştu.(:A World of dept: A growing bulden to global prosperity,United Nations Conference on Trade and Development(UNCTAD),United Nations Global Crisis Response Group,July 2023)
.Elbette her ülkenin enflasyon, işsizlik, faiz, bütçe dengesi ile dış borç stoku/GSYH göstergeleri ölçeğinde genel ekonomik parametreleri değişiklikler gösterir ve buna bağlı problemlerinin çözüm yolları da farklılaşır. Ancak kesin olan bir şey varsa o da finansman ihtiyacının her zaman borç ile döndürülmesinin bir maliyeti olduğudur. Gerekli sermaye birikiminin yatırıma, yatırım için de tasarrufa gereksinim var. Ülkeler, 1904 yılında Japon gazeteci Hani Motoko tarafından oluşturulan ve Japon hane halkının tasarruf ruhunu yaratan ‘Kakebo’ felsefesi gibi bir tasarruf yöntemine haiz değillerse, mecburen finansal piyasalardaki borçlanma enstrümanlarına ( hisse senedi, bono) yöneliyor!
Türkiye gibi kronik yüksek cari açık ve enflasyon oranları nedeni ile kırılganlık taşıyan ülkeler, temel ekonomik yapısal reformları yaparak ihracatlarını ithalata bağımlı olmaktan çıkarması, cari açıklarını düşürmesi ve vergi sistemlerini reformize etmesi gerekli. Ayrıca, siyasal ve sosyal reformlara da ihtiyaç var..O zaman mevcut beşeri sermayemiz ve doğrudan yabancı sermaye girişi ile başka bir hikaye yazmak mümkün..
Sözün özü, ‘borç’ kişisel yaşam kalitenizi ve entelektüel kapasitenizi arttırıyorsa ya da ülke olarak refahınızı arttıran bir çıktı oluşturuyorsa veya Amerika gibi matbaası sizde olan para birimi ile yapılabiliyorsa baldan tatlı bir araç.
Tersi için ise ciddi maliyetlere hazır olun!
Zeki Hozer
.