Atasına benzeyen şehir
Büyüme telaşı içinde yaşadığımız yerin kıymetini, güzelliğini gözden kaçırırız da yaş alınca anca anlarız güzelliklerini, tarihini.
Doğma büyüme İzmirliyim ben. Çocukluğumdan beri asiliğimin verdiği deli kandan olacak, hep başka başka ülkelerde yaşamak istedim. Ama artık biliyorum ki; nereye gitsem nerede yaşasam, dönüp dolaşıp tekrar gelirim bu topraklara.
Ama geçtiğimiz günlerde yandı İzmir! Acımadılar. Kimi sabotaj dedi kimi ihmal! Nedeni ne olursa olsun tabiatın ahı var. Bağrına bastığı canlılarla kül oldu ormanlar! Siz hala politik tartışmalarınızı yapa durun intikamı ağır olur bu toprakların! İnatçıdır bu topraklar ölümsüzdür. Atası gibi küllerinden doğar durur!
Atilla İlhan’ın şiirlerine baş tacı olan İzmir’in” …Öpülmez ki denizlerin rüzgarı, /Kolay kolay öpülmez ki./ Bir kaçar bir durur/Kadınlar gibi…” tıpkı dediği gibi, bağımlılık yapar havası, toprağı, suyu…
Hadi daha gerilere gidelim. Bornova Homeros mağaralarına… O mağaralarda yaşadıkları söylenen, Homeros tarafından derlenen “İlyada ve Odysseia” destanlarına. Batı dünyası, kültürlerinin başlangıç noktası kabul ediyorlar. Dünyanın en çok okunan edebi eseridir bu destanlar…
Ben de bu şehre aşığım. Hele çocukluğumdaki İzmir’e fazlaca takıntılıyım.
Altan Altın’ın derleyip hazırladığı “Hikayeler Şehri Bornova/Pelusaki Sohbetleri” adlı kitabı beni derinden etkiledi. Bornova’yı gezecekseniz, önce bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Bu kitapla tarihi gezmez yaşarsınız çünkü. Bornova Belediyesi ve birçok profesör, tarih ve araştırmacılarla birlikte güzel bir iş çıkarmışlar. Belgeleriyle, tarihleriyle ve fotoğraflarıyla. Hepsini tebrik ediyorum.
Kitapta beni etkileyen bir hikaye var. Zeytin ağaçlarına düşkünlüğümden olsa gerek. Hemen sizlerle paylaşmak istedim:
Ölmez Ağacı
“Canlı demirbaşlar olarak bize katılan okulun tek gözlü kedisi ile birlikte üç kişi olduk. Kimsesiz bizlere hemen yardım elini uzatan Bornova İlkokulu Müdürü gönderdiği hademelerle o sıralarda yapmak zorunda olduğumuz işlerden bir kısmını üzerimizden aldı. Bu hademeler ilk yardımcılarımızdır.
İlk öğrencilerimizin yaptıkları fedakarlıkların anılarım arasında özel bir yeri vardır. Teker teker bizlerle beraber didindiler. Boş zamanlarında inşaatlarda bile çalıştılar tatillerde yanımızdan ayrılmadılar. Noksanlıklar için şikayette bulunmaktansa onların giderilmesinde çalıştılar.”
Yukarıdaki satırlar Ege Üniversitesi’nin ilk kuruluş günlerinde yaşananları anlatıyor. Anlatanlarda iki efsane hoca Prof. Dr. Vamık Tayhi ve Prof. Dr. Muhittin Eren. Zor günlermiş… 2005 yılında yayınlanan kuruluşundan günümüze adlı o günleri yaşayanların anılarının bir araya getirildiği kitap tarihe güzel bir kayıt olmuş. Bu anılar oradan.
Ege Üniversitesi’nde kuruluş günlerinde yaşanan onca telaşın kargaşanın arasında bir başka hikaye daha yaşanıyordu hem de günümüze kadar süren bir hikaye. Ege Üniversitesi 1955 yılında faaliyete geçmişti ama açılış töreni 9 Mart 1956 günü yapılıyordu. Tören için Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes te Bornova’daydı. Galvanizli saç barakalar derme çatma da olsa o güne yetiştirilen birkaç bina gezildi. Açılış yapıldı.
Son bir iş daha kalmıştı o günün anısına bir de zeytin fidanı dikildi . İşte o zeytin fidanının hikayesi bu.Ege Üniversitesi ile birlikte zeytin fidanı da büyüyordu. Aradan dört yıldan biraz daha fazla zaman geçmiş artık minik bir ağaç olmuştu. Takvimler 27 Mayıs 1960 gününü gösteriyordu. O zeytin fidanını diken Adnan Menderes ve Celal Bayar için kara günler başlamıştı. İhtilal günleriydi. İşte 27 Mayıs ihtilalinin olduğu o günlerde ilk cezayı Adnan Menderes ve Celal Bayar tarafından dikilen o gariban zeytin ağacı çekti.
Bir sabah birkaç öğrenci günün psikolojik ortamının da etkisi ile henüz dört yaşında olan zeytin ağacına kah tekmeleyerek kah ellerindeki kesici aletlerle kesmeye çalışarak zarar vermeye başladılar. Zavallı zeytin ağacı perişan olmuştu O sırada oradan geçmekte olan hocaları olanları fark edince, “Halinize bakın bir de müspet ilim okuyorsunuz onlar ne yaparsa yapsın günahı ne ki, hıncınız bu zaman zeytin ağacından çıkarmaya çalışıyorsunuz!” şeklinde öğrencileri payladı. Öğrenciler utanıp çekilip gittiler.
Kaderin şu cilvesine bakın ki hikayeyi dinlediğin kişinin anlatımına göre o zeytin ağacına eziyet eden öğrencileri azarlayıp utandıran hoca daha sonra 1960 devriminin kurucu hükümetinde görev alanlar arasında yer aldı. Aldığı onca yaraya rağmen o zeytin ağacı hayata tutunmaya başardı. Yine şenlendi yine meyveler verdi ama zeytin ağacının çektiği çileler bitmemişti. Yaşadığı o kötü günlerden on yıl geçti. 1970 yılında bir gün o zeytin ağacı nedeni bilinmez çatır çatır yakıldı.
“Bu sefer kurudu gitti artık” denilmişti, ama kapkara, kuru bir daldan ibaret o zeytin ağacı “Ölmez Ağacı” adını sonuna kadar hak edercesine yeniden canlandı…
Hayata tutunmanın gerçek bir örneği olan o zeytin ağacı tüm gücüyle toprak anaya tutunmaya, kök salmaya da vermeye devam ediyor. (2023 itibarıyla) Çok uzakta değil. Görmek için Bornova metro durağının yanı başındaki Bilgisayar Mühendisliği Bölümü binasının bahçesine kadar gitmeniz yeterli…
O zaman bu yazının sonunu da büyük usta Yaşar Aksoy’la getireyim:
“İzmir’in kavakları, dökülür yağmurları; bize de İzmirli derler, yaşarız ilk ve son aşkları.”
Gamze Cantürk